Melih PERÇİN
  • 09/08/2014 Son günceleme: 17/04/2011 00:11
  • 17.027

Bir seçime daha giriyoruz… 12 Haziran’da sandık başına gidecek, beş yılda bir gelen söz hakkınızı kullanacaksınız… Partiler seçim beyannamelerini açıklamaya başladılar bile…

Ekonomiden dış politikaya ne ararsan çeşit çeşit vaatler var… 

Yoksulluk, işsizlik, gelir dağılımındaki adaletsizliklerin nasıl bitirileceğini, iç politikaların ve onurlu dış politikanın nasıl olacağını bu metinlerden rahatlıkla okuyabilir ve “ oh be… sonun da bu dertlerimizde bitecek “ diyebilirsiniz… 

Oylarınızla can verdiğiniz bu “ Yağma Sistemi”nden en sonunda kurtulacaksınız (!)…

İstiklal Savaşından alnı ak, başı dik çıkmış bir millet, çayı geçerken ne yazık ki boğuluyor…

Bu “ Yağma Sistemi “ içinde ayakta kalmaya nefes almaya çalışan necip Türk Milleti’nin tarihinden iki örnek vermek istiyorum…

HAYIR İHTİYACIMIZ YOK

Plevne düştükten sonra içeri giren kuvvetler arasında bulunan bir Rus Gazeteci gördüklerini  şöyle anlatır :

“ – İlk iş olarak Osman Paşayı aradık. Nihayet onu yaralı askerler arasında, yaralı olarak bulduk... Yaralı Türk askerleri, ufka kadar bembeyaz uzanan karlar üzerinde yatıyorlardı. Ne üstlerinde üst baş, ne yüzlerinde renk, ne de midelerinde bir lokma ekmek vardı. Onlara bir şeye ihtiyacınız var mı, ekmek verelim dedik. Bizim Rus olduğumuzu anlayınca, erkek çehreleri ile, bize sert sert baktılar. Belki biraz sonra ölecek olan bu insanlar son bir gayretle ayağa kalktılar. Hayır, hiç bir şeye ihtiyacımız yoktur dediler. Anlaşılıyor ki, Plevne’yi şanla, şerefle müdafaa edenler, izzeti nefisleri son derece yüksek olan bu insanlardı. “  

İMAN VE HAYATIMIZ

Çanakkale Savaşı’nın sonlarına doğru bir grup gazeteci çarpışma alanlarını gezdikten sonra Çanakkale şehrine gelirler. Rıhtımda oynayan 7-8 yaşlarında üç çocuk dikkatlerini çeker. Hava soğuk ve karlıdır. Yalın ayaklı çocukların üzerlerinde diplerinden ve iki yanından delinmiş, başlarından geçirilmiş çuvallar vardır. Gıdasızlıktan bir deri bir kemik olan çocukların, çuvalların deliklerinden çıkan kolları değnek gibidir. Türkçe bilen bir gazeteci onlarla konuşmaya başlar. Birine “ Baban ne iş yapıyor ?” diye sorar. Çocuk öldüğünü söyler. Duygulanan gazeteci aynı zamanda meraklanır: “ Niçin öldü evladım ?

Çocuk cevap verir. “ Harpte, din için vatan için öldü.” 

Gazetecinin merakı daha da artar. “ Din için vatan için öldüğünü nereden biliyorsun?...” Çocuk “ Caminin imamı söyledi ” der. Diğer iki çocuktan da aynı sorulara aynı cevapları alınca, nerede oturduklarını ve onlara kimin baktığını sorar. Bir tanesi istasyonun ilerisindeki kulübeyi gösterir. 

“ Orada oturuyoruz. Ebeninemiz bize bakıyor. “

Bu esnada kulübenin kapısı açılır. Eli bastonlu yaşlı bir kadın çıkar ve çağırır : “ Gazanfer, Muzaffer, Mücahid !... Çorba yaptım gelin !... “ 

Çocuklar kulübeye doğru koşarken onları dikkatle izleyen gazeteci şöyle mırıldandığını yazar: 

“ Can çekişirken, toprak renkli, çuvalların içindeki çocuklarına Gazanfer, Muzaffer, Mücahid adlarını takan millet, yenilmez millettir. Ayağa kalkacağına pek yakında şahit olacağız…

Evet, büyük bir yangından kurtardığımız bu son toprak parçasında son yıllara damgasını vuran gelişmeler, bağımsızlığımızı ve birliğimizi tehdit edici boyutlara ulaşmıştır. Ülkemiz adı konulmamış siyasi, ekonomik ve kültürel bir savaşla karşı karşıyadır.

Ey Türkler… Milletinin başının dik, karnının tok olmasının, kendi inanç ve değerleriyle yaşamasının mücadelesini vermiyorsun...

Ey Türkler ! Unutmayınız ki; sadece kendiniz için değil, uçuruma yuvarlanan adalete ve huzura ihtiyacı olan bütün insanlık içinde yeniçağın tarihini yapmak zorundasın…

Ey Türkler ! her gün itiliyorsun, kakılıyorsun ve sen ne yazık ki hala oyunda oynaştasın…

Ey Türkler ! Eğilmeyiniz ve artık Dik Durunuz…

Selam ve dua ile

Yazarın Yazıları