A. Raif ÖZTÜRK
  • 01/01/1970 Son günceleme: 03/11/2013 23:11
  • 11.887

Bizlere; “Musibetlerin, belâların en büyüğü hangisidir?” diye sorulsa, acaba ne cevap veririz?

Genellikle:

“..En zengin durumdayken iflâs ederek, herkese muhtaç hâle düşmek veya en yüksek makamlardayken, hepsinden mahrum edilmek.” “Genç yaşta kaza geçirerek, sakat veya felç kalmak.” “Ölümcül veya amansız bir hastalığa yakalanarak, çaresizlik içinde ölümü beklemek”. “9’luk bir deprem, şehrin tamamını saran çok büyük bir yangın, sel, hortum, tsunami v.s.” ..gibi musibetler sayılabilir.

  •  

İşte Bediüzzaman Hz.’nin bu soruya cevabı:

  •  

-“Musibet-i Dîn’iyeden (Dîne gelmesi muhtemel musibetten) her vakit dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip feryat etmek gerektir. Fakat dinî olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet (bile) değildirler.” Sebebini öğrendikten sonra, zerre kadar tereddüdümüz kalmıyor ve “gerçekten de Üstâd çok doğru söylüyor”demeye mecbur kalıyoruz…

Şöyle ki: İnansak da inanmasak ta, dirensek de direnmesek de takdir edilen ömür sermayemiz bitince, mutlaka öleceğiz ve sonsuz ve ebedî bir hayat için mutlaka diriltileceğiz. İnanmamak, bu gerçeğe engel değil, ebedî cennetlere engeldir. Bu ömür sermayesi de bizlere, o ebedi hayatı kazanmak için bahşedilmiştir. Ebedî bir Cenneti kazandıramayan bir hayatın tamamı, saraylarda ve en ihtişamlı saltanatlarla geçmiş olsa bile, FELÂKETTİR... 

  •  

-“Sonu ebedî CENNET olan hayatın, şu kısacık dünya kısmının tamamı, zorluklarla hattâ zindanlarda geçse bile vız gelir…”

 

  •  

Her insana, o ebedi hayatında Cennetleri kazandıran tek gerçek, Hak DİN İslâm olduğuna göre, bu Dîne gelen musibetin de her birimiz için, en büyük bir musibet olduğu da çok net kesindir. İşte bunun içindir ki, bu gerçeği fark eden Akl-ı Selim sahipleri, DİN için, İslâm’ı gereği gibi yaşamak için, tüm varlıklarını, şöhretlerini ve hattâ saltanatlarını dahi TERK etmişlerdir. Belh sultanı İbrahim Ethem Hz.den tutunuz da, Cat Stevens’e (Yusuf İslâm’a) kadar, binlerce bahtiyar sayabiliriz...

Bu anlamlı girizgâhtan sonra, şu fitne asrımızda çok ihmal ettiğimiz ve farkında bile olamadan içine düştüğümüz, büyük bir takım felâketlerden bahsedeceğim. 

Yukarıdaki gerçeklere göre bizim en büyük derdimiz; Din’imizin selâmeti ve bizlerin ise İmanımızın kemâli için ve yüce dînimize tam teslimiyet olmalıdır. Bu yolda görülen ve karşılaşılan her türlü engellerden de şiddetle kaçınmak olmalıdır.Çağımızda bunu en iyi idrak eden Bediüzzaman Hz. evlenmekten, huzurlu bir hayattan ve tüm dünya nimetinden fedakârlık yaparak, yaşantısıyla tüm insanlık âlemine örnek olmuş. Hattâ; şu necip millet için âhıretini bile fedâya razı olarak şöyle haykırmıştır:"Milletimin imanını selamette görürsem Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken gönlüm gül gülistan olur…"  Bu konudaki bizim hassasiyetimiz (!) ise maalesef yürekler acısıdır.

Herhangi bir ticaret sırasında bile, “bu konuda acaba yüce dinime veya imanımıza bir zarar gelir mi?” diye endişe taşımıyorsak eğer, felâketin yol ayırımındayız demektir…

Bakara Sûresi, 114. Âyet:

“-Allah'ın mescitlerinde, Onun adının anılmasına engel olan ve mescitlerin harap olması için çalışan kimseden, daha ZALİM kim vardır? Böylelerinin, oralara korku içinde girmekten başka bir hakkı olmaz. Onlar için dünyada bir rezillik, âhirette ise büyük bir azap vardır…” … “..Eee, ne alâka”, demeyiniz sakın! Sadece, tek bir partiye hayat hakkı tanındığı yıllardaki “Allahın c.c. mescidleri ve O’nun c.c. adının anılması” ile ilgili icraatlarını hatırlayalım.

  1. Onun c.c. mescidlerinde EZAN-I MUHAMMEDİ okunmasını, O’nun adının anılmasını yasakladılar. ALLAH c.c. lâfzı yerine, putları, totemleri ve Allah dışında tapınılan her türlü şeyleri bildiren TANRI kelimesini zorla söylettiler. Söylemeyenleri ise en ağır cezalarla cezalandırdılar. 18 sene bu zulüm devam etti…

  2. İslâm üniversiteleri mesabesindeki Medreseleri ve tekkeleri tamamen kapattılar.

  3. Bu partinin tek başına iktidar olduğu o dönemlerde, yüzlerce hatta binlerce caminin kapatıldığı, satıldığı, yıkıldığı, kiraya verildiği, depo yapıldığı, Parti ocağı yapıldığı, saz ve içki evi olarak kullandırıldığı, spor kulübü lokali haline getirildiği, müzeye dönüştürüldüğü, belgelerle sabittir. (Sirkeci garının yanındaki o muhteşem cami bile “İçkili Anadolu Saz evi” haline getirilmişti. Rahmetli Özal’ın emriyle asıl hüviyetine kavuşturuldu.) Bu faaliyet öylesine sinsice yürütülmüş ki, hayretler içinde kalırsınız.

Şöyle ki: Önce Kur’ân eğitimi yasaklanıyor. Medreseler ve Kur’ân kursları kapatılıyor. İmamlar ve Kur’ân öğreticileri Jandarma ve Polis zoruyla alınarak, FÂİLİ MEÇHÛLLERE ekleniyor! Bir ŞAPKA KANUNU çıkarılarak yüzlerce Din âlimi ve imam cami bahçelerinde asılıyor ve cesetleri kokuncaya kadar günlerce teşhir ediliyor. Hatta bunlara hayret eden bohçacı ŞALCI BACI bile idam ediliyor. ( Lütfen İnternette sorgulayınız.) Kısacası; öncelikle Halk bin-bir entrika ve baskılarla DİN’DEN ve CAMİLERDEN ürkütülerek çıkartılıyor. Sonra da halkın büyük bir kısmı, korkularından camilere gitmez (daha doğrusu GİDEMEZ) olunca da, sinsice “camiler boş, İHTİYAÇ FAZLASI” gerekçe gösterilerek CAMI KIYIMI başlatılıyor ve bu ZULÜM tam 10 yıl sürüp gidiyor.  Şimdi, yukarıdaki Âyeti tekrar okuyunuz bakalım. Yüce Allah c.c. İşte böyle yapan zihniyete çok net bir şekilde ZÂLİM demiyor muydu?...

Şimdi sıkı durun, Yüce Allahın c.c. ZALİM sıfatıyla vasıflandırdığı zihniyete meyletmeyi veya sempati duymayı bile nasıl yasaklıyor, bir de onu görelim.

  • Hûd Sûresi, 113. Âyet: “Bir de sakın zulmedenlere (zâlimlere)meyletmeyin, sempati duymayın. Yoksa size ateş dokunur. Aslında sizin Allah'tan başka yardımcınız yoktur. Sonra O'ndan da yardım görmezsiniz…”

Acaba başka bir açıklamaya hâcet var mı?

Bu kadar açık ifade edilen âyetlere, İlâhî emirlere ve ilâhî tehditlere rağmen, böyle bir zihniyete meyletmek, hatta sadece sempati duymak bile Allaha c.c. meydan okumak anlamına gelmez mi? İşte; Allahın c.c. kesin bir emri olan BAŞÖRTÜSÜNE engel olmak için, AYM’YE iptal davası açmaları ve her fırsatta direnmeleri, o zihniyetin son tangolarıdır...

Alnı tek bir defa bile secdeye gelen bir kimse bile, şu gerçekleri aklından hiç çıkarmamalıdır. Aksi halde farkında olmadan hem dünyada hem de Âhirette bedbahtolabilir. Mâzallah…

Yazarın Yazıları