Nuray AK
  • 26/09/2016 Son günceleme: 26/09/2016 15:19
  • 4.373

Havada şu olacak bu bitecek nameleri döne dursun; ben Sizlere Rio Olimpiyatları ve engelsiz dostlarımızı hatırlatarak başlayayım.

Nasıl güzel, nasıl hırs ve azimle mücadele ettiler ve vatanımıza üç altın, bir bronz ve beş gümüş madalya ile döndüler. Onlar savaşmanın ve zaferin diğer adları. Yıldız onlar, hepsi ayrı ayrı parıldayan.  Abdullah, Nazmiye, Kübra, Mesme, Ali, Ayşegül, Ecem, Semih ve Golbol.

Kadın millilerimiz dördüncü olsalar da yüreğimizin birincisi basketbol takımımız. Aysel ve Büşra’mız. Sağ olun can kardeşler, engel nedir tanımayan cesur yürekler.

Müsabakalarda son saniyelere kadar coştuk, heyecanlandık ve belki hayli zamandır ilk kez kalbimiz mutluluk ve gururla çarptı. Hem sporun sağlıklı, engelli tüm insanlar için ne denli ehemmiyetli olduğunu gördük. Sporun önce ruhu iyileştirdiğini bir kez daha gördük.

Sadece kendisi için değil herkes için başarmayı, herkes için direnmeyi ve takım ruhunu nabızlara işliyor. Ve zaten işlemiş ki  Türkiye’mizi ayağa kaldırdılar. Tüm temennim TOFD Beykoz Şubemiz ve Beykoz’umuzun haklı gururu Ebru'yu, Jülide ve Fatih'i de Paralimpik Olimpiyatları’nda görmek nasip olsun.

İşim gereği madde bağımlıları hayatımın çok içinde. Çok üzülüyorum. Tam bir kısır döngü, ne kurtulabilinen ne de istenen. Ne var ki; bir hastalık ve beynimizi, kalbimizi, hayatımızın tümünü çalan bir hastalık. Önce heves ve merak, sonra esaret ve hayatta hiç bir yere ait olamama halleri. Okuluna, işine, eşine, ailene, çocuklarına, düğününe ve hatta cenazene. Önce acırlar, yardım ederler fakat sen (istemeden) bağımlılığına devam edip kendini mahvettikçe:

‘Ne halin varsa gör, daha dayanamıyorum’ der tüm sevdiklerin, haklı olarak. Yazık hem de çok yazık. Biten ömürlere. Tam da şimdi okullar açılmış iken, en dikkatli olma zamanları sanırım.

Maalesef Beykoz’umuz bu konuda biraz sancılı bir kasaba. Özellikle kasabamız diyorum ya da köyümüz de olabilir. Daha sıcak, daha samimi daha sahiplenici olsun için. Bu şirin kasabada istesek, gayret etsek, az biraz sabırla coşa gelsek yavrularımız; hani şu  10 ile 18 yaş aralığında, hayatın en baharında, hayallerin en başında koşturan yavrularımız o renkli hapların, tozların gölgesinde silinip gitmeyebilirler.

El birliği ve organize olmak lazım bu sorunun çözümü için. Ama ne yaparsak yapalım uyanık olmak lazım. 

Aylardır yaşıyor ve görüyoruz ki bize bizden başka dost yok. Ve bizim çocuklarımızdan, gençlerimizden başka geleceğimiz de yok. Bu durumda nasıl ki tankların altına yatarak, kurşunlarla dalga geçerek mücadele edip vatanı hainlere bırakmadıysak, vatanı vatan yapan yavrularımızı da zararlı alışkanlık ve bağımlılıklardan koruyup, ya da

Allah korusun koruyamadıksa kurtararak darbelere geçit vermemeliyiz.

Nasıl olacak? Âcizane fikrim; önce ailede birbirimizi çok severek ve önemseyerek, birbirimize zaman ayırarak, aynı şekilde yakın çevre, mahalle, okul vs. her yerde yine çok severek, tanımaya çalışarak, bolca sohbet ederek ve birbirimizi güzel olana yönlendirerek.

Örneğin sporla o tazecik beden ve yüreklerini doldurarak. Tıpkı Rio'daki gururlarımız gibi şampiyonlar yetişmesine vesile olarak, kim bilir... Her şey dile kolay bütçeye zor, hem nereden başlanır ki derseniz: Bizim Beykoz'da her kurumumuz her STK'mız başlı başına bir yuva. Mesela bizim bir Asım Ağabeyimiz var (Asım Özdemir) ömrü Beykoz'un çocukları için geçiyor. (BİSK) Beykoz Amatör Spor Kulüpleri Birliği Asım Ağabey ve tüm yöneticileriyle hizmet, gayret halindeler. Dost meclislerindeki hasbıhalimizden de biliyorum ki gaye aynı, yol bir. Yavrularımız sağlıklı olsun, sporcu olsun, genç dimağlarına pis/necis maddeler hakim olamasın. Takılın peşlerine, koşun yanlarına, tabiri caizse kapılarından ayrılmayın derim ben. 

Yine darbe geliyor, aman kapıdalar, planları hazırmış, İngiltere geliyor Amerika yolda, savaş yoldaymış, mış mış mışta miş miş miş. Eeee ne yapalım yerimizde mi sayalım? Yok öyle dava.

İnadına gelişmek, inadına birbirimize sahip çıkmak zorundayız. Bu haberleri sürekli gündemimize koyup moral ve motivasyonumuzu düşürüp, hatta arzu ettikleri şekilde terörize

olup ölmek için gün sayan hastaymışız gibi bekleyelim mi? Olmaz, bu olamaz. Kalkmak, dik durmak ve sonra yolumuza devam etmek durumundayız. Olur ya dedikleri gibi senaryolar yaşarsak bile, hiç değilse Mevla’mız bizi gayret üzere bulur, ölüm bize cihad üzere misafir olur.

Hani Efendimiz (sav): Bir yoldan geçerken yol kenarında birisini görüyor 

ve selamsızca yanından geçip gidiyor. Dönüş yolunda aynı kişi aynı yerde. Ama Efendimiz (sav) bu kez selam veriyor. Her hareketi her sünnetiyle muallimimiz olan O güzeller güzeline

O sahabe, neden giderken selam vermediniz de şimdi bana selam verdiniz diye sorunca o kilit cevap geliyor: O zaman boş oturuyordun, fakat şimdi eline bir çubuk almış yere bir şeyler

çiziyor hatta belki de bir konu hakkında düşünüyorsun. Düşünmekte çalışmaktır, fakat az önce boş duruyordun. Allah boş duranı sevmez... Amenna ve saddekna. Belki minik bir örnek.

Ama hayat düsturu mu, evet.  

Dostlarım, birilerinin hayatına dokunarak, onlara yoldaş olarak, yol göstererek, maddi/manevi omuz vererek belki Efendimizin (sav) "çalışınız, boş durmayınız" sünnetine uyabiliriz.

Belki bir gencin; adım adım gittiği, kötü alışkanlıklardan sporla edebiyatla kurtulmasına, bir yaşlının veya engellinin ziyaretine gidip hatta mümkünatı varsa bir aktivite ile sosyal yaşamda tekrar var olmasına, madden yoksunluk yaşayan bir kardeşinizin evine bir akşam eliniz kolunuz dolu ama akşam yemeğine geldim diyerek gönül zengini olmasına "Siz" vesile olursunuz.

Belki sadece "Siz" anlarsınız erdem ve güzel ahlakla, birbirimizi Allah için severek bu hayatın gerçek hayat olacağını. Belki yıkılan güven, üzülen kalplerimize rağmen tekrar "Biz" olabilmemizin sırrı Sizdedir. Zor olsa da nefse ağır gelse de yapabiliriz inşaAllah. Genç, yaşlı hep birlikte. Çünkü aynı gemide beraberce yol alıyoruz. Ya herro ya merro!!!

Baki Hüda'ya emanet olunuz...

Yazarın Yazıları