A. Raif ÖZTÜRK
  • 30/08/2015 Son günceleme: 30/08/2015 16:45
  • 4.543

Bir fırsat bulup internete girmiştim. Facebook’ta ilginç haber ve videolara bakıyordum.

“Türkiye Gerçekleri Medya/Haber Sitesi” tarafından çekilen bir araştırma videoda, halka baraj sorusu olarak, ilk önce dört artist, futbolcu veya ünlü kişi ismi soruluyor. Sonra da DÖRT HALİFENİN isimleri soruluyordu. 30’a Yakın AKIL-BÂLİĞ, yaşlı-başlı, kelli-felli kişilerin içinden, ilk dört halifeyi inanınız ki sadece 2-3 kişi bilebildi.  Fakat diğer artist, şarkıcı, futbolcuları vs. neredeyse herkes tereddütsüz bildiler…

Yüzde 90 veya 99’u Müslüman diye övünülen halkımız, acaba niçin bu kadar gülünç hallere düştü veya düşürüldü? Hiç düşündük mü?...

70-80 Yaşındaki insanlarımız bile İslam’ın dört halifesini sayamadığına göre, “60-70 seneden beri DİN eğitimimiz YOK denecek kadar yetersiz” demektir. Son on yıldan beri DİN EĞİTİMİ hakkında yapılan her hamleye karşı çıkılması, hangi zihniyet tarafından engellendiğini de bu olay bir nebze gösteriyor.

Acizâne ben de çeşitli camilerde imamlık yaptığım zamanlarda, cemaat üzerinde “CAMİ CEMATİNİN % KAÇI KUR’ÂN OKUMASINI BİLİYOR” diye, uzun soluklu bir araştırma yapmıştım. Netice, gerçekten yürekler acısıydı: Cami cemaatinin %45’i Biliyor, % 55’i beş vakit namaz kıldığı halde maalesef Kur’ân okumasını BİLMİYOR!!!

Saygıdeğer dostlar.

  • Engellemeler ne olursa olsun, kimler tarafından yapılırsa yapılsın, hatta devlet imkân sağlamasa ve yasaklasa bile, her akıl sahibi insan, kendisinin ÂHİRET YOLCUSU olduğunu bilmek zorunda değil midir?
  • Her aile reisleri evlâtlarına 25-30 yıllık iş hayatı için, 8-20 yıl eğitim aldırmasına rağmen, 25-30 yıl değil, MİLYARLARCA yıllık, hatta EBEDÎ bir Âhiret hayatı için de EN AZ 8-10 yıl eğitim aldırmak zorunda değil miydi?...
  • Acaba geçici bir hayata bu kadar çok önem veren bu akıllı insanlar, EBEDÎ ve SONSUZ bir hayatın kazanılması için, niçin gereken önemi vermezler?

İnsanın ve Kâinatın Yüce Yaratıcısı Zuhruf suresi 37. Âyette bakınız ne buyuruyor. “Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin (hâlâ) doğru yolda olduklarını sanırlar.”

İşte bu Îlâhî tespit nedeniyle, bizler bu gerçekleri anlatmaya çalıştığımızda da onlar kendi konumlarını doğru sanıp, bize itiraz edebiliyorlar. Hatta hiçbir alâkası yokken bile, bizim Emr-i bil Ma’rûf adına olan haykırışlarımızı bile (maalesef) siyasî sanabiliyorlar. Yukarıdaki acı tablonun gerçek müsebbiplerinin, “1923-1950 arasında halka KAN kusturan ceberut bir zihniyete dayandığını” çok net bir biçimde ortaya çıkaranlara tavır alabiliyorlar. Kendilerini zorla şu yukarıdaki Âyetin şümûlüne sokuyorlar…

Oysa tüm insanlık âleminin iki cihan kılavuzu olan Kur’ân, İslâm dîninin şiârı ve sembolü olan Ezan, Kur’ânın bu asra bakan Tefsiri olan Risale-i Nur eserleri, bu zihniyet tamamen yasaklamadı mı? Bu yasaklara uymayan binlerce masumlara, cami avlularında asılmaya kadar, en ağır cezaları vermediler mi? Sadece BATIYA BENZEME adına, bir kıyafet ve şapka kanunu ihdas ederek, yüzlerce din âlimini idam etmediler mi?...

1950’den sonraları bile, %54’lük iktidardan daha güçlü olan derin devlet, bürokrasideki o lâik zihniyet, Ordu, Yargı ve Üniversiteleri kışkırtarak, 10 senede bir DARBE yaptırarak, o şe’nî zihniyetlerini yürürlükte tuttular. Ve halkın bu şekilde câhil kalmasına vesile oldular.

Halkı câhil bırakmanın en etkin darbesi de, HARF İNKILABIYLA yapılmıştır. Harf inkılabıyla (Kur’ân ve Osmanlıcanın yasaklanmasıyla) 1000 senelik İlim ve Kültür birikimi olan tüm eserler devre dışı bırakılıp, istifadeye tamamen kapatılmıştır. Latin harfleri getirildiğinde, Osmanlı ve Kur’ân harfleri yasaklanmadan da pekâlâ devam edilebilir ve istifade ettirilebilirdi. Nitekim bazı İslam Ülkelerini İŞGAL eden Fransızlar, İtalyanlar, İngilizler, ABD vs. işgalciler bile, halkın kendi dillerini asla yasaklamadılar. Savaş yoluyla işgâl ettiklerini bile böylesine mağdur ve mahzun etmediler. Lâtin harflerini ve Fransızcayı mecbur ettiler, fakat kendi yazı, harf ve dillerini yasaklamadılar. Fransa, İngiltere vs. İşgâl devletleri değil, bizden olup da, halkın kendi yazı ve harflerinden dipçik zoruyla koparan ve kendi halkını böylesine câhil bırakan bir zihniyeti hatırlatmak, siyaset mi Allah aşkına?!...

Asrımızın en mühim İslâm âlimi olan Bediüzzaman Hz. işte bu nedenlerle bu zihniyete ilmen ve fikren savaş açmış, bunun için bu partinin bir daha asla iktidar olmasını istememiştir. Tedbir için de “Din adına çıkan partilere bile rağbet etmeyerek, bu İslâm düşmanı parti karşısında, KİTLE SAĞ,muhafazakâr, ehven-i şer,İslâm’a müsamahakâr bir partiyi” destekleyerek, o günkü halka örnek olmuştur.

Bu örnek bizlere de ŞABLON olmalıdır. Bu örneğe riayet edilmez ise koalisyonlar kaçınılmaz olur. Koalisyonlarda ise hem sürekli birbiriyle çatışan zıt partiler iktidar olacaklarından, iç ve dış şer güçler tarafından kolayca yönetilirler. Hem de bu İslam düşmanı zihniyet, sürekli %20-25 kemikleştiğinden, iktidarda büyük söz sahibi olur. Merve Kavakçı olayını, şehid anneleri “sadece başörtülü diye” evlatlarının yemin merasimlerine bile alınmamalarını, İHL’lilere üniversite kapılarının kapatılmalarını ve diğer tüm şer olayları hatırlayınız.

Yukarıda bahsedilen câhil nesli kurtarmak ve ihya etmek için, şahsî kırgınlıklar, lokal sebepler ve çeşitli iftiralar nedeniyle istikrardan ayrılmamalı, yani pire için yorgan yakılmamalıdır… Yukarıdaki ŞABLON, rehberimiz olmalıdır. Vesselâm… 

Yazarın Yazıları