Sinan KAVRAKOĞLU
  • 11/01/2016 Son günceleme: 27/01/2016 17:19
  • 5.129

Ortadoğu’da yaşanan gerilimin dozu her geçen gün artmaya devam ederken, güneydoğumuzda yaşanan hadisenin terörün çok ötesine geçtiğini, açık bir işgal denemesi olduğunu her geçen gün daha iyi anlıyoruz.

Suriye denkleminin çözümsüzlüğü giderek içinden çıkılmaz bir hale gelirken, oyun kurucular Suudi Arabistan’ı da İran’la karşı karşıya getirerek krizi iyice derinleştirmeyi başardı. Ortadoğu’nun en güçlü üç ülkesi Mısır, Suudi Arabistan ve Türkiye; ya iç meselelerle, ya da sınır komşularında yaşanan kargaşalarla devamlı surette meşgul ediliyor ve başını olan bitene çevirmelerine fırsat verilmiyor. İran bu flu fotoğrafın fitne merkezi olarak İslâm Âlemini adeta sırtından hançerlemeye devam ediyor.

Maalesef Ortadoğu açık bir mezhep çatışmasına doğru sürükleniyor. Ve bunun en büyük sorumlusu adına Müslüman denilen liderler…

Önce Mısır’ı seçilmiş Cumhurbaşkanı’nı darbeyle saf dışı ederek yalnızlaştırdılar. Sonra Türkiye’ye el attılar. Başta Gezi Kalkışması ile Türkiye’yi de Mısır’a çevirmeye çalıştılar. Başaramayınca FETÖ Terör Örgütü devreye girdi ve ülkeyi kaosa sokmak için her şeyi yaptılar.

Bu gün güneydoğuda yaşanan işgal denemesi kesin başarıya ulaşacaktı! Eğer yukarıda saydığım kalkışmalar hedefine ulaşmış ve 7 Haziran veya 1 Kasım seçimlerinden CHP-HDP koalisyonu çıkmış olsaydı!

Düşünsenize; 1 Kasım seçimleri sonucunda CHP-HDP hükümeti kurulmuş… 

Mısır bile bizim için çok daha güvenli bir liman olurdu!

Tüm bu oyunları boşa çıkaran Allah’a ne kadar şükretsek az.

Elbette bu başarının Mimarı Recep Tayyip Erdoğan’ın dâhiyane liderliğidir.

Ve bu gün aynı cenah parlamenter sistemin yılmaz savunucuları olarak bu sefer de Başkanlık Sisteminin karşısında durmaktadır.

Sanki ülkemiz bu güne kadar parlamenter sistemle yönetilmiş gibi! Sahi en son ne zaman parlamenter sistemle yönetildik? Hatırlayanınız var mı? Ya da hiç yönetildik mi?

Cumhuriyet tarihiyle ilgili bilginin kırıntısına sahip olan biri 1946 yılına kadar ülkemizin, adına tek parti hükümeti denen yarı diktatörlükle yönetildiğini bilir. Açık oy-gizli tasnif garabetini herhalde unutmamışsınızdır! Hani seçimde oyu açık verip sayımın gizli yapılması garabeti!

Yönetim şeklimizin ne kadar demokratik olduğunu görmemiz açısından harika bir örnektir:

1944 yılının Ankara Valisi, Ankara Belediye Başkanı ve CHP Ankara İl Başkanı Nevzat Tandoğan sol görüşlü olduğunu açıkça dile getiren Osman Yüksel Serdengeçti’ye hitaben aynen şu cümleleri sarf eder; “Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizmle ne işiniz var? Milliyetçilik lazımsa, bunu biz yaparız... Komünizm gerekirse, onu da biz getiririz... Sizin iki vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek... İkincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek!”

 

İşte bu ülke resmi olarak Resmi olarak 1946, pratikte ise 1950 yılına kadar böyle yönetildi. Ve bu kafa 2002 yılına kadar bu milletin başına hep bela oldu!

1950-60 yıllarında parlamenter sistemi ve ilk sivil anayasayı yaşayan genç Türkiye, geleceğin süper gücü olma yolunda çok güçlü sinyaller verirken birden bire Menderes’in uçaklar dolusu altını olduğu anlaşıldı(!) ve nur topu gibi bir darbemiz oldu. CHP 10 yıl iktidarsız kalmaya dayanamamış ve 27 Mayıs ihtilaliyle darbeler dönemi başlamıştı. Ve bir daha hiç bitmedi! Ve biz 50 yıldır darbe anayasalarıyla bize dayatılan bu yönteme  “Parlamenter Sistem” diyoruz!

Ne zaman ülkemiz kafasını kaldırıp geleceğe bakacak olsa; kafasında postalların ağırlığını ve kaburgalarında süngünün sivri ucunu hissetti! Ve sivil siyaset maalesef bu postallara biat ederek ülkeyi sosyal-ekonomik ve ahlaki olarak düşürdükçe düşürdü! Zaten bir zaman sonra da sivil siyaset arenası asker eskisi sivillerin eline geçti ve bir anda dünyanın en zengin asker eskisi siyasetçileri adında bir lig oluştu. Tabi sadece Türkler ‘den oluşan bir ligdi bu! Bu ayrıntıdan yola çıkarak aslında Demokrat Parti’nin 10 yılı dışında ülkemizin parlamenter bir dikta ile yönetildiğini söyleyebiliriz. Yani diktatör olan sistemin kendisiydi. Adına da Totaliter Yönetim dendi!  

Binaenaleyh, ilk darbemiz olan 1960 ihtilalinden bu yana sivil siyaset maalesef asker-yargı-medya ve seçkinci sermayenin dümen suyundan ayrılamayan, masanın altında kırıntı bekleyen kedi misali oldu hep. Ne zaman gerçekten milli, vizyon sahibi ve ülkeyi büyük hedeflere ulaştıracak bir yönetim ülkenin başına geçtiyse; ya darbelerle, ya suikastlarla, ya da yargının devreye girmesiyle açılan kapatma davalarıyla ülkemizin gelişmesi akamete uğratıldı. Yukarıda da bahsettiğim gibi; Asker, Yargı, Medya ve arkalarındaki ekonomi dünyası aldıkları talimatları yerine getiriyorlar ve olan ülkemizin geleceğine oluyordu. 

Ve yıllar geçtikçe sözde parlamenter sistem Askeri Cuntaların gölgesinde silikleşip cılızlaştı ve hiçbir zaman başını kaldırıp ülkenin geleceğine bakamadı. Yaptığı tek şey ülkenin kaynaklarını yerli-yabancı belli çevrelere oluk oluk akıtmak oldu!

2002 yılına kadar ülkemize yaşatılan siyasi ve ekonomik krizlere şöyle bir dönüp baktığınızda; 2002’den bu yana AK Parti’yi yok etmek için verilen kapatma davası, e-darbe, y-darbe, Gezi Kalkışması, Fetö Terör Örgütü gibi mücadeleleri gördüğümüzde bu gün tartışılan Başkanlık Sisteminin aslında ne kadar gerekli olduğunu anlayacaksınız. Tabi eğer iflah olmaz bir Tayyip Erdoğan düşmanı değilseniz!

Vesselam…

Yazarın Yazıları