A. Raif ÖZTÜRK
  • 01/01/1970 Son günceleme: 13/09/2013 00:11
  • 12.161

​Cerbeze ve tenkit, asrımızın en yaygın ve çok tehlikeli olan manevi hastalıklarındandır. Özellikle ÂCİZ ve inat kimselerin, can simidi gibi sarıldıkları iki önemli hastalıktır.

Bu hastalıkların her alanda müşterileri vardır. En fazla Dîni konularda, siyasette, ırkçılık ve takım taraftarlıklarında çokça yaygındır. Bu hastalıklar, gerginliklere, tartışmalara ve cinayetlere sebep olur.

Cerbeze ve tenkit hastalığına yakalananlar, kendileri ile muhatabını, terazinin iki kefesine koyarlar. Kendi kefesinde, herhangi bir konuda, muhatabına ağır basacak bir meziyeti, bilgisi, becerisi veya fazileti olmadığı zaman, bu iki âdî silâha başvurup, muhatabını hafif göstermeye çalışırlar...

Lügatlerde cerbeze; kurnazlık, hilekârlık, aldatmak, süslü ve yaldızlı sözlerle muhatabını kandırmak, muhatabını lâf cambazlığı ile aşağılamak” anlamlarına geldiği halde, bazı yeni lügatlerde “güzel konuşarak tuttuğunu koparma becerisi”olarak tanımlayanlar da vardır. Bu tanımlamayı, herhalde ucu kendilerine de dokunduğu için sonradan eklemişler... J

·        Cerbeze hakkında birkaç örnek cümle:

O adamın pek ilmi yoksa da, cerbezesiyle her işte muvaffak olur.” “Cerbeze huylu kimse, rûhun kuvveti olan aklını hileye, dedikoduya ve maskaralık yapmak için kullanır.” (Ali bin Emrullah)

“Cerbeze sahiplerinin, ilim meclislerindeki yerleri herkesten geri olup, belki de kapıdan dışarı olması lâzım gelir. Çünkü insanların zihinlerini karıştırırlar. İfsat ederler. Bozarlar.” (Ahmed Rıfat)

Napolyon'un da meşhur bir sözü vardır: "Bana öyle bir söz söyleyin ki, (başka bir şeye ihtimali olmasın) onunla sizi idam edeyim..." Bu da cerbezenin gücünü gösteriyor. Yani, her sözü farklı yorumlamak mümkündür. Cerbezenin özelliği de budur. En güzel şeyleri demagoji (Lâf ebeliği) ile evirip çevirip, onu çirkin göstermek, en çirkin bir şeyi de çok güzel olarak lanse etmeye çalışmaktır...

 

Bir başka ifadeyle: Büyük işlerde yalnızca kusurları görmek cerbezeliktir; aldanır ve aldatır. Cerbezenin şe'ni, (yani işi ve icraatı), bir seyyieyi (kötülüğü ve günahı)sümbüllendirerek hasenata (sevaba) galip etmektir. (üstün göstermektir.)

·        Bediüzzaman Hz. ise “propaganda, CERBEZENİN gayri meşru çocuğudur” buyurarak, hem cerbezeye ve hem de propagandalara dikkat çekmiştir. (Propaganda; bir şeyin övülerek takdiminin, abartı hâlidir.)

İslâm ile müşerref olan kimselere yakışan; hiçbir konuda ne cerbezeye, ne propagandaya, ne de hile ve mübalâğaya hiç tevessül etmemektir. Daima doğruları, hakkı ve hakikatleri haykırmalıdır. Mehmet Akifin dediği gibi:

“Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim.

İnan ki, her ne demişsem görüp de söylemişim.
Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek.

Sözün odun gibi olsun, hakikat olsun tek!”

·        İşte bu nedenlerle de cerbeze, bir zulüm halidir.

İnsanı, Hakkı batıl, batılı Hak görmesine kadar götüren bir kayma, sapma ve kırılmalara sebep olur. Kuvve-i akliyenin ifrat (aşırı uç) mertebesidir. Bütün kötülükleri gösterip, hiç bir iyiliği göstermeme durumudur. Hatta iyilikleri dahi örterek, kötülüklere mâl etme basiretsizliğidir...

·        Çağımızın çok önemli bir manevî hastalığı da TENKİT etme hastalığıdır:

Tenkit; garaz, kin ve nefretten beslenir ve yine âciz kimselerin sarıldığı adi bir silâhtır. Tenkitçi adam bakar ki muhatabı kendisinden çok daha üstün, kendisinin ise onu ilzam edecek hiçbir işi, gücü, ilmi, becerisi, meziyeti ve fazileti de yok. TENKİT silahıyla ve yukarıda arz edilen cerbezesiyle, muhatabını hafif göstermeye çalışır. Aşağılık bir gayrettir. Siyasilerde ve takım taraftarlarında çokça bulunur. Hatta Dîn’e hizmet (!) edenlerde bile (yani, çakma ilâhiyatçılarda) bu tenkit ile nefsini temize çıkarma gayretleri çok görülür.

Kendi nefsanî meyillerine göre verdiği yanlış fetvaları kurtarabilmek için, İmam-ı Âzam, İ.Şâfi veya İ.Rabbanî gibi kutup imamlarını bile tenkit etme cür’eti gösteriler. Aşağılaştıkça, Necip Fazılın ifadesiyle, çukurlaşırlar…

 

·        Şu asırda, tenkit hastalığına “eleştirisel düşünce” nâmı takılarak, masummuş gibi servis edilmesi, ayrıca bir tehlike arz etmektedir.

Güya, hür düşünceli olma adına, Batıdan gelen ve öncelikle Dîne ve Dînî hareketlere karşı geliştirilen bu akım, aydın olmaya çalışma (!) felsefesinin de temelini oluşturmaktadır. Dolayısıyla, aydın olmak ile TENKİT, bir bakıma aynı manaya getirilmeye çalışılmaktadır. (H.A.Ünal.)

Oysa; eleştirisel düşünce, bir başka ifadeyle objektif bakış adı altında, %100 HAK olan dinî konuları öncelikle, güya eşit düşünme adına %50-50 kabul ederek, (veya ettirerek) öncelikle % 50’sini çürüttüklerini sanırlar. Sonra da tenkit ve cerbezeyle HAKİKATLERİ örtmeye çalışırlar…

Bu durumu tespit eden Bediüzzaman Hz. Hutbe-i Şâmiye adlı eserinde şöyle buyurmaktadır:

Aynı eserinde Bediüzzaman Hz.: “..özellikle dîne hizmet edenlerin, birbirilerini ve kardeşlerini tenkitten, şiddetle kaçınmaları gerektiğine” dikkat çekiyor. “Basit kusurlar bahane edilerek, birbirini tenkit edenin, zındık münafıklara yardım ettiğini” vurgulayarak, bizleri her türlü tenkitten men ediyor...

NOT: Bir sonraki konumuz; âhir zamandaki “73 Fırka ve “Kurtuluşa erenler”.

Yazarın Yazıları