A. Raif ÖZTÜRK
  • 01/01/1970 Son günceleme: 29/09/2011 00:11
  • 9.455

Asrımızın en nüktedan, en esprili ve en düşündürücü vâizi kimdir denilse, kuşkusuz çoğumuz“Hacı Cemal hoca” veya “Naim hoca” diyeceğiz. (Allah c.c. kendilerine Rahmet eylesin.)

Beykoz’umuzun, belki de İstanbul’umuzun “Hacı Cemal hocası” da, bana ve yakınlarıma göre, yarım asırlık din hizmetleriyle tanınan, farklı ve etkili bir imam-hatipliği ile ilginç vâazlarıyla bilinen, Hacı Mehmet Karaahmetoğlu hocamızdır. 
Nükteleriyle, ilginç buluş ve sunuşlarıyla, cemâatiyle çok hoş diyaloğu ile de ün yapan hacı Mehmet hocamızın vaazlarından ilham alarak, birçok köşe yazısı yazıp, sizlerle paylaşmıştım. Merak edenlere; google çubuğuna “Âmin demeye hakkınız yok” yazarak, sorgulamalarını tavsiye ederim. 

Geçtiğimiz hafta, H. İrfan Bağdatlı amcamızın cenazesinde, H. Mehmet hocamızı yine dinlemek nasip oldu. Kendisini pürdikkat dinlerken, tabutu göstererek şunları söylüyordu:

-“Muhterem cemaat. Sizler de bu hal ile hallendiğiniz zaman, sizin cenazenize gelenleri sakın yalancı çıkarmayın” deyince, dikkatim iki kat arttı ve can kulağı ile dinledim.

-“Siz de bu musallada yatarken, görevli hoca efendi sizin cenazenize gelenlere; “..bu mevtayı nasıl bilirsiniz? Bu mevtanın sağlığındayken, hâl-ü hayatındayken mü’min ve muvahhid bir Müslüman olduğuna şahitlik yapar mısınız?” gibi sorular soracak. Pek tabiidir ki sizin için buraya toplanmış olanlar ve sizi sevenler “HAYIR” diyemeyecekler.

“EVET” demek için de doğruyu söylemek lâzım. Yani, onları yalancı çıkartmayacak şekilde yaşamamız lâzım. Mademki gerçekler böyle, sağlığımızdayken mü’min ve muvahhid bir Müslüman olmak zorundayız, değil mi?...”

H. Mehmet hocamızın nasihatleri bu minvalde devam ediyordu, fakat bundan sonrasını ben anlamıyordum. Çünkü; bu ikaz bana bir yumruk gibi inmişti...

Kafama, “..acaba biz ne kadar mü’min ve muvahhid bir Müslümanız?” sorusu takıldı.

Ben de bu derdimi siz dostlarıma açmaya karar verdim:

  • Öncelikle “mü’min ve muvahhid” ne demek?

Kur’ân diliyle Mü’min: “Müminler, ancak Allah'a ve Resûlüne gönülden inanmış kimselerdir.” (Nur suresi, 62. Âyet.) Allah'tan korkup-sakınırlar. Allah'ın yasakladığı veya rızasına aykırı olan bir şeyi yapmaktan çok çekinirler. (Al-i İmran S., 102; Yasin S., 11; Tegabün S., 15-16; Zümer S., 23)

Edebî tarifi ise şöyle yapılabilir:

Mü’min feraset sahibidir-açıkgöz değil, tebessüm edendir-yılışan değil, yardım edendir-başa kakan değil, temiz giyinendir-moda düşkünü değil.
Mü’min tebliğ edendir-lafazan değil, vakar sahibidir-kibirli değil, sabredendir-korkak değil, mütevazıdır-paspal değil, cömerttir-müsrif değil, iktisat edendir-cimri değil. Mü’min şecaat sahibidir-külhanbey değil, mütevekkildir-tembel değil, nefsini hesaba çeker-başkalarını değil, akıllıdır-cerbezeci değil, ALLAH ’ın (cc) kölesidir-başkasının değil. Mü’min tefekkür edendir-kara kara düşünen değil. Affedendir-cezalandıran değil, sevdirendir-nefret ettiren değil. hizmete taliptir-ücrete değil... 

Özet tarifi: “Mü’min; inanılması gereken bütün değerlere (İmanın 6 şartına ve diğerlerine) inanan, inandığı değerlere güvenen ve çevresine güven veren insandır.”

Müslüman ise “İslâm dinini kabul eden, Allah'a, Rasülüne ve Kur’an’a teslim olmuş kişidir.” Hz. Peygamber s.a.v. Mü’min ve Müslüman’ı şöyle tanımlamıştır:

“Müslüman, elinden ve dilinden diğer Müslümanların (veya diğer insanların) güvende bulunduğu insandır...” 

  • Peki, Muvahhid ne demektir? 

Muvahhid; “..birleyen, birleştirici olan, bir tek Allah’ı (c.c) kabul eden; Tevhid inancına sahip olan, Allah'ın vahdaniyetine şeksiz şüphesiz iman eden ve bu inancı şirkin her türlü pisliğinden uzak tutan kimse” demektir. Bu tanımlama "müşrik" teriminin tam karşıtıdır.

İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin tarifi ise şöyledir: “Muvahhidlerin gönlüne Allah'tan başka bir şey gelmez. Kulakları, Allah'tan başka bir şey duymaz. Gözleri, Allah'tan başka bir şey görmez. Her ne duyar ne görürse, ondan ibret alır ve Allahü teâlânın büyüklüğünü düşünerek, O'na (c.c) olan bağlılıkları artar.”

Saygıdeğer dostlarım, şimdi bizler kendimize bir bakalım:

  • Cenazemiz musallaya konduğunda, bizim için saf tutan yakınlarımız ve arkadaşlarımız, bizim için ne derece doğru şahitlik yapacaklar?...

  • Acaba bizler ne kadar mü’miniz? Ne kadar muvahhidiz ve ne kadar Müslüman’ız?...

  • H. Mehmet Karaahmetoğlu hocamız, bu ikazında ne kadar haklı?...

Bu konuda bir anekdot arz ederek, sizleri nefis muhasebenizle baş başa bırakacağım.

Bu sene umreden dönüşümde, beni ziyarete gelen dostlarımdan birisi, ben yokken ölenleri haber veriyordu. Birkaç kişi saydıktan sonra birden kaşları çatıldı, başını önüne eğdi ve ağlamaklı bir ifadeyle şöyle konuştu:

-“Hocam, hani şu emekli öğretmen ve yıllardan beri meyhanecilik yapan falan kişi öldü. Cenazesini camiye getirdiler. Onun yakınları kenarda beklediler. Cenaze namazından sonra hoca şahadet sorularını sorarken “ÇIT” çıkmadı. Hoca anlaşılmadı diye tekrar sordu, yine çıt çıkmadı. Hepimiz çok üzüldük. Sadece haklarımızı helal edebildik” dedi. 

Aklıma, Hz. Ömer'in bir cenâze ile ilgili bir hatırası gelmişti.

O arkadaşıma şöyle anlattım:

Mezarlığa götürülmekte olan cenazenin ardında, bir kenara oturan Hz. Ömer, hıçkırıklarla ağlıyordu. Yanına yaklaşan bir vatandaş, elini halîfenin omuzuna koyarak: 

"-..İnnâ lillâh… Başınız sağ olsun yâ Ömer, bu mevtâ yakınınız mıydı..?" ..diye sorar.

Hz. Ömer de:

"-Hayır, değildi. Bu kişi, 70 küsur yaşlarında sâkin bir zât fakat, müşrik'lerdendi!..."

"-Peki, siz niye üzülüyor ve kendinizi bu kadar tahrîp ediyorsunuz?"

"-Keşke bu insan da sağlığındayken, kendisine verilen bu kadar uzun ömrü boyunca, aklını kullansaydı da, isyân ettiği halde kendisine verilen tüm nimetlerin sahibini tanısaydı... Keşke O'na îmân ve itâat etseydi de, şimdi de ebedî azâba gidiyor olmasaydı..."

Bunu anlattıktan sonra; “..evet arkadaşım, üzülmekte çok haklısın” diyebildim…

  • Çünkü; bizler dünyaya gelmeden önce şu sınav yeri, Yüce Rabbimiz tarafından dayandı, döşendi ve hazırlandı. Fakat Ahiretteki, sonsuz yaşayacağımız yerimizi (Yani Cennet’i veya Cehennem’i) ise bizler buradayken, kendimiz hazırlamaktayız…

Ne mutlu henüz imtihan süreci devam ediyorken, bunları idrak edip, ebedi hayatına çok ciddi bir şekilde hazırlanıp, ebedî Cennet’leri kazananlara…

NOT: En emniyetli ve garantili bir şekilde nasıl hazırlanılır? Cevap, Bediüzzaman’dan:

“O büyük dâvâyı (sağlam bir imanı) insanların yüzde doksanına kazandıran ve yirmi senede, yirmi bin adama o dâvânın kazancının vesikası ve senedi ve beratı olan iman-ı tahkikîyi eline veren ve Kur'ân-ı Hakîmin mu'cize-i mâneviyesinden neş'et edip çıkan ve bu zamanın birinci bir dâvâ vekili bulunan, Risale-i Nur'dur…” (Şualar: 11. şua, 4. mesele.)

Yazarın Yazıları