Sinan KAVRAKOĞLU
  • 06/03/2016 Son günceleme: 23/03/2016 11:38
  • 7.801

Biliyorsunuz cumhuriyet tarihi kısa bir dönem hariç mütedeyyin kesimlerin uğradığı zulüm ve haksızlık hikâyeleriyle bezenmiştir.

Türkçe ibadetin dayatıldığı dönemler bir kenara, yüzlerce yıllık tarihi olan mescitlerin, camilerin ahıra çevrildiği kapkara günler yaşadık.

Bu kapkara günlerin Osmanlı’nın hallinden sonra başlaması ise ne yazık ki asla tesadüf değil.

“Kardinal serpuşu görmektense, Osmanlı sarığını tercih ederim!” diyecek kadar Haçlı zulmünden kaçıp Türklere, İslam’a güvenen batının gözleri önünde; sarığımızı çıkarıp başımıza Yahudi şapkasını kanunla takmaları, takmayanları ise asmaları yıllarca sürecek bu mücadelenin tarihe kazınmış unutulmaz acılarıdır.

Ama galiba biraz da bu acılardır imanımızı her daim taze ve kavi tutan. Bu acılardır Allah’a ve Resulüne (sav) verdiğimiz biati flulaşmış zihinlerimizde berraklaştıran.     

İslam’a asırlar boyunca büyük hizmetler etmiş bu mübarek topraklarda açık bir hak-batıl savaşının yaşanacağının öncü sarsıntıları oldu bu acılar.

Ama hamdolsun her türlü baskıya, zulme rağmen; İslâm Âlimlerinin yıllarca sürgünlerde, hapislerde, işkencelerde tutulmasına rağmen İslam’ın kutlu yükselişini engelleyemediler.

Cumhuriyet tarihimize şöyle bir baktığımızda siyasi ve ekonomik kriz adı altında yaşanan tüm darbe ve kalkışmaların aslında irtica ve laiklik ekseninde gerçekleştiğini görürüz.

Şüphesiz bu darbeler sürecinin dönüm noktası 27 Mayıs ihtilali olmuştu. Zira Menderes Hükümeti 18 Temmuz 1932 tarihinde başlayan; uymayanların “kati(!) ve şedid(!) bir şekilde cezalandırılacağını(!)” ihtar eden Türkçe ezan ve ibadet kanununu 16 Haziran 1950’de uygulamadan kaldırmış, milyonlarca mümin gözyaşları içinde şükür secdelerine kapanmıştı. Hatta Bursa’da bir müezzinin ikindi ezanını beş defa peş peşe okuduğu rivayet edilir.  

27 Mayıs sonrası malum… Tarihe geçen başka ve yeni acılar. Ama şöyle bir düşünüyorum da; uğrunda ölünebilecek daha büyük bir aşk tahayyül edemiyorum. Ne mutlu O’nun yolunda şehadet şerbeti içenlere.

Allah selamet versin, aslen Çankırılı olan Hz. Yuşa Camii emekli İmamı Ali Yalçın Hocamız zaman zaman sohbetlerimizde o günleri anlatır. Yaşadıkları nahiyede Kur’an okunuyor mu diye kontrol etmek için gece devriye gezen güvenlik güçlerine yakalanmamak için ahırda samanların altında küçük bölümler yapar, ışık sızmasın diye üzerlerini de kalın kumaşlarla kapatır öyle Kur’an okurlar, öğretirlermiş. Yakalanan olunca hakikaten ilan edildiği gibi “kati (!) ve şedid (!)” bir şekilde cezalandırılıyormuş da. Ama yine de zaman zaman ezanı olması gerektiği gibi okuyan, namazı olması gerektiği gibi kılan-kıldıran meczuplarımız da hamdolsun az değilmiş…

27 Mayıs’tan sonra 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinin de temel gerekçelerinden biri yine irtica ve laiklikti. Hatta 12 Eylül darbesi biraz da İran etkisine(!) karşı yapılmıştı.

İrticadan öyle korkmuşlardı ki(!) 15, 16 yaşında çocukların yaşlarını mahkeme kararıyla büyütüp idam ettiler…

28 Şubat 1997’de yaşanan ve adına post-modern denilen ama aslında İslam’a ve Müslümanlara karşı yapılan operasyon aslında çok önemli bir kırılmanın yaşanmasını da tetikledi ve bu zulme bir karşı direniş başladı.

İşte bu direniş, baskı ve zulmün şiddeti ne kadar ağır olursa olsun Allah’ın emrettiği çizgiden sapmadan yaşamlarına devam eden müminlerin Muhammedi duruşuyla bu gün önemli kazanımlar elde edilmiştir.

Kimi şehit oldu, kimi işkencelerde acılar çekti, kimi ise yıllarca hapislerde yattı. Birçoğu başörtüsü kısıtlamasından dolayı okulunu, eğitimini bırakmak zorunda kaldı. Bazısı mezuniyetine 15 gün, 1 ay kala başörtüsü yasağına uymadığı gerekçesiyle dönüş yolları da kapatılarak okullarından atıldı. Ama asla izzetini, şerefini sorgulatmadı. Peki ya bu kısıtlamalar olduğu için üniversite ve lise sınavlarına girmeyi bile düşünmeyen milyonlar? 

28 Şubat 1997 tarihinde İslam’a ve Müslümanlara karşı uygulanan tecrit projesi sonucunda 328 kardeşimiz halen hapislerde. Tıpkı tarihteki birçoğu gibi…

Evet, iddia edildiği gibi darbe bin yıl sürmedi belki ama 28 Şubat’a dair yazılıp-çizilenlerin bin yıl süreceği aşikâr…

Ve bir şey daha; asla 28 Şubat’ı tek başına İslam’a ve Müslümanlara karşı yapılmış bir darbe olarak düşünmeyin. Evet, en açık ve fütursuzu olabilir ama tek değil.

Osmanlı’nın son döneminden başlayarak günümüze kadar yaşanan bütün darbeler, kalkışmalar 28 Şubat’ın ta kendisidir.

Tek hedefleri var! Müslümanları “kati (!) ve şedid (!) bir şekilde” cezalandırmak.

Tek hedefimiz olmalı; safları sıkılaştırarak, Allah’ın kitabı Kur’an’a ve Resul’ünün sünnetine sımsıkı sarılmak.

“Ey mü'minler! Size iki emanet bırakıyorum. Onlara sıkı sıkı sarıldıkça, yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet de Allah'ın kitabı Kuran ve benim sünnetimdir.” (Hz. Muhammed (SAV)  Veda Hutbesi’nden)

“Kim, Allah’a ve Peygamberine itaat eder ve O’ndan korkar, sakınırsa, işte kurtuluşa erenler de bunlardır.” (Nur / 52)

 Vesselam…

Yazarın Yazıları