Av. Ferda KAZANCIBAŞI
  • 01/01/1970 Son günceleme: 25/08/2012 00:11
  • 17.294

Göz açıp kapayana kadaryıllar devriliyor, şartlar değişiyor, geçmişin yaşanmış güzellikleri geçmişte kalıyor. Şimdiki kuşaklar neleri kaybettiklerinin farkında değil ve mevcut şartları olağan imiş gibi zannediyorlar.

Halen hayatta olan seksenli yaştakiler ise geçmişte yaşadıkları rüyalar kadar güzel günlerden şimdiki gençlerin mahrum kalmış olmalarını kabullenemiyorlar.  Beykoz’un canlı tarihi olan yaşlıların her biri geçmişteki güzelliklerin tanığı olarak halen aramızdaki varlıklarını sürdürmektedirler. Bundan sonra kimin daha ne kadar yaşayacağı belli değil. Herkes kendi döneminde ve kendi köşesindeki tanığı olduğu halk yaşantısını yazsa Beykoz’un bütünlüğü ortaya çıkar. Ben de hayatta iken kendi dönemimde ve kendi köşemden tanığı olduğum halk yaşantısına özgü emanetimdeki değerleri mümkün olduğu kadarı ile özetlemeli olarak bu sütuna sığdırmaya çalışacağım.

         
1930’lu yıllarda Boğaz sefalı Deniz Kızı Eftelya’lı Göksu alemleri
 
Boğazdaki sandal sefaları daha çok mehtabın ondördü’ne tesadüf eden günlere rast getirilirdi. Aileler sandaldaki akşam yemeklerinde kır köfteleri ve çoban salatalarının yanı başında zeytinyağlı yaprak dolmalarını tercih ederlerdi. Gün batımına doğru hazırlıklar tamamlanmış ve sandallar Göksu’daki Çömlekhane’nin bulunduğu noktada birikmeye başlamışlardı. İki büyük alamana bordodan birleştirilerek üzerine ahşap döşemeliklerden sahne kurulmuş ve saz heyeti ile birlikte Deniz Kızı Eftalye yerini almıştı. Aleme katılacak sandallar giderek o kadar çoğalmışlardı ki sıkışıklıktan bordo bordoya gelmişlerdi. Artık hareket zamanı gelmişti. Romorkun halatla çektiği çifte alamanalı sahne üzerindeki saz heyeti ile Deniz Kızı Eftelya ve peşine takılan yüzlerce sandal yumağı Göksu Deresi’nin ağzından denize açılmaya başlamışlardı. Mehtabın suya yansıdığı ışıklarından yüzlerce sandal kolayca seçiliyordu. Alem Kanlıca’yı geçtikten sonra karşı sahile doğru kanal suyuna girdiğinde sandallar bir birinden kopuyor ve İstinye açıklarında tekrar birleşiyorlardı. Mikrofon’un olmadığı dönemlerde Saz Heyeti’nin ve Eftelya’nın sesi gece sessizliğinde boğazın iki yakasındaki dağlarda çın çın yankılanıyordu. Ortam o kadar güzeldi ki kimse vaktin nasıl akıp gittiğini fark edemiyordu. Alem Emirgan’dan, Rumelihisarı açıklarından geçerek Bebek koyuna yerleşiyor ve bir süre sonra Göksu Deresi ağzından içeriye girerken şafak söküyordu.   
 
Kaynak: Yukarda ki bilgileri bana hamile iken o günleri babam ile birlikte yaşamış (1904) doğumlu emekli öğretmen rahmetli annemin imzalayarak verdiği (15.08.1970) tarihli belgeden sizlere aktarmış bulunmaktayım.
 
1952’li yıllarının trafik şartları
 
Yatılı okuduğum Kabataş Erkek Lisesi’nin ilkbahar dönemlerinde gündüzlüye çıkardım.
Boğazın Beykozlu, Paşabahçeli, Çubuklulu, Kanlıcalı, Hisarlı Kabataş Liseli öğrencileri aynı vapur içinde buluşurduk. Vapur bizi Kandilli’ye bıraktıktan sonra Eminönü’ne doğru yoluna devam eder, bizler de yirmi dakika sonra Emirgan’dan gelecek aktarma vapuru beklerdik. Bu bekleyiş esnasında asfalta çıkar Üsküdar’a gidecek otobüs durağının olduğu noktada çift kale oynayarak vaktin geçmesini beklerdik. Yirmi dakikanın bitiminde Kandilli İskelesi Memuru rahmetli Şeytan Ahmet asfalta çıkarak “Hadi çocuklar vapuru kaldıracağım, maçı bırakın” derdi. Bizler de maçı bırakıp şarkılarla türkülerle zincirli dubalı iskeleden vapura binerdik.
 
Bizlerin vapur beklerken çift kale oynadığımız esnada asfalttan en fazla bir veya iki motorlu araç ya geçer ya da hiç geçmezdi. Daha çok saman arabası, gübre arabası, fayton geçerdi.    
 
(Vapur arkadaşlarımızdan Beykozlu Yoğurtçu Aziz’i rahmetle anıyorum) 
 
1958’li yıllarının Bebek Gazinosunda Zeki Müren ve Halk yaşantısı
 
Bebek vapur iskelesinin bulunduğu yerdeki ağaçlıklı alan belediye tasarrufu altında olup yaz gecelerinde konser ve eğlenceli programların merkezi halinde idi. Boğazın Kanlıca, Hisar ve Kandilli halkı geleneksel zeytinyağlı yaprak dolmalı, kır köfteli, çoban salatalı yemekleri ile birlikte sandallarla gelip mehtaplı yaz gecelerinde konserleri denizden izlerlerdi.
 
Bazen demiri tarayan tekneler akıntıya kapılıp aşağıya kaydığında tekrar aynı noktaya gelip demiri güçlü teknelerden izin istiyorlardı. Onlar da demiri tarayan gençleri bir anne baba gibi evlatları olarak kabul ediyor ve küpeştelerine bordodan bağlanmalarına izin veriyorlardı. Bordo bordoya bağlanmasına izin verilmiş gençler ise bunu fırsat olarak görmüyor, asla itimadı kötüye kullanmıyor, bitişik teknedeki genç kızlara gözünün ucu ile dahi bakmıyor ve bunu delikanlılığın şerefi ve onuru olarak görüyorlardı.
 
Zeki Müren’in konserinin olduğu mehtaplı bir gecede Bebek Belediye Gazinosu’nun önündeki deniz tıklım tıklım sandallar ile tamamen kaplanmıştı. Programın belli bir yerinde gazinonun içindeki üç yüz kişilik müşteri gurubundan alkış gelirken denizden bin kişilik alkış geliyor, Zeki Müren ayrıca denize doğru da dönüp selam veriyor ve hatta denizden gelen istekleri de yerine getiriyordu.
 
Onbeş dakikalık program aralığında kadınlı erkekli çoluk çocuk herkes denize giriyor, gece suyun dibinden yukarıya bakıldığında tepsi gibi yusyuvarlak mehtabın bütün olmayıp parça parça görüldüğünün sohbetleri yapılıyor, denizden teknelere çıkıldığında örtüler tutularak mayolar çıkartılıp bu kez elbiseler giyiliyor ve programın ikinci bölümü izlenirken tekneler içinde zeytinyağlı dolmalı, kır köfteli yemek faslı başlıyordu.

Bu vesile ile sanat güneşi rahmetli Zeki Müren’i de anmış bulunduk. Nur içinde yatsın

Yazarın Yazıları