Sinan KAVRAKOĞLU
  • 01/01/1970 Son günceleme: 10/11/2007 23:11
  • 25.800

Beykoz…
Bir yanı deniz, arada inanılmaz bir çarpık yapılaşma ve ardında olabildiğine ormanlar. Yeşilin her tonu. Hele bu mevsimde; sarı, kahve rengi ve yeşilin doğadaki cümbüşünü seyretmek çok keyifli.

Masmavi boğaz ve Karadeniz ise, bu harmoniyi bütünleştirirken; romanlara konu olan, mitolojik efsanelere ve tarihi olaylara tanıklık eden Beykoz’u anlatmak için tarihi yapıları ve insan portrelerini ayrı bir kenara koymak lazım.

Tarihe Beykozlu olarak geçen bir çok müstesna ismin belediye tarafından duvarlara işlenmesi bir vefa örneğiydi.

Bizi biz yapan değerler; Kelle İbrahim’i, Ahmet Mithad Efendi’yi, Orhan Veli’yi, İhsan Sedef Hoca’yı, Medineli Hacı Osman Efendi ve daha nicelerini şükranla, minnetle yad etmek lazım. Beykoz’a yaşadıkları dönem itibariyle büyük katkıları oldu.

Bu günkü fotoğrafa baktığımızda, yukarıda saydığım ve daha nicelerinin olduğu bu iftihar listesine bugün itibariyle çok fazla bir ilave maalesef yapamıyoruz.

Öte yandan bir utanç listesi hazırlayacak olsak korkarım bu liste de boş kalmaz. Çoğumuz bu listede kimlerin yer alacağını az ya da çok kestiriyordur. Bu listeyi şekillendirenlerin başında bazı kuruluşları eline geçirip, adeta babasının çiftliği gibi kullanan, şatafatlı yemeklerde dilenciler gibi para toplayıp, sonra da bu parayı cebellezi edenler var tabii. Ama, yazımda bu yaratıkları anlatmayacağım. Zira, Dost Beykoz olarak bu güne kadar izlediğimiz yayın ilkelerimizle sizlere bu yüzsüzleri anlattık. Hepsini yeterince tanıyorsunuz.

Fotoğrafa farklı bir açıdan bakacağım bu kez.

Bence, Beykoz’a en büyük kötülük 1984 yılında yapıldı. Belediye yapılmasıyla…

Beykoz, belli başlı yerlerden göç alan ve coğrafyasının belirli yerlerinde bu göçleri barındıran enteresan bir yer. Örneğin Karslılar Mahallesi adı üstünde. Görele Mahallesi ha keza öyle. Rizelisi, Kastamonulusu, Ordulusu, Trabzonlusu… Hatta öyle ilginç bir paradoks ki, aynı şehrin insanları bile ilçe olarak birbirinden ayrılmış… Hepsinin en çarpıcı ortak özelliği ise uzun yıllardır Beykoz’da yaşıyor olmalarına rağmen, geldikleri yerlerle bağlarını her zaman sıkı tutmaları. Hatta, bir çoğunun önceliğinin geldiği yer olması.

Bu kültürü ve bağlılığı yaşatabilmek adına, özellikle son on yılda inanılmaz bir dernekleşme faaliyetine giren Beykozlu hemşerilerimiz, siyasete de en etkili fakat etik olmayan yerinden dolaylı olarak bulaşmış oldu. İşte bu, dernekler arasında ciddi bir siyaset mücadelesinin başlangıç noktasıdır. Yıllarca bu insanlarımız seçim ve sayım dönemlerinde otobüslerle geldikleri yerleri ihya etmeye koşmadı mı?

Halbuki, 1984 yılından bu yana son derece sınırlı bütçesi ve yetersiz gelirleriyle hiçbir ciddi icraata gücü yetmeyen, Büyükşehir Belediyesi’nin yaptığı çalışmalarla var olan Beykoz, bu hataya düşmeseydi, tüm bu STK’lar sahip oldukları enerjiyi siyasi erg için değil Beykoz için kullanırlardı. Bu durumda, en azından Büyükşehir’in Beykoz’a daha çok yatırım yapması çok daha kolay bir şekilde sağlanabilirdi.

Maalesef böyle olmadı ve Beykoz’un geldiği nokta, yada gelemediği nokta önümüzde içler acısı bir şekilde duruyor. Yıllarca Beykoz üzerinden servetlerine servet katanlar, dün üç kuruşa muhtaçken bu gün servetleriyle övünenler, kangren olmuş imar sorununu istismar ederek inanılmaz rantlar sağlayanlar halen aramızda yaşamıyorlar mı? Peki, bu insanların büyük bir çoğunluğu taşıdıkları ve sonuna kadar istismar ettikleri o makamlara bu STK’lar sayesinde gelmediler mi?

Beykoz’u karşılıksız sevecek, O’na hizmet edecek, tarihinin iftihar listesine geçmiş olan o insanlar nerde? Onların boşluğunu dolduracak, başlattıklarını tamamlayacak, bu inanılmaz coğrafyayı ihya edecek insanlar nerede?

Mutlu yarınlar, dostça…

Yazarın Yazıları