Muharrem ERGÜL
  • 01/06/2016 Son günceleme: 01/06/2016 17:33
  • 5.255

Profesör Dr. Hüseyin Arslan, "16. Yüzyılda Osmanlı Nüfus Hareketleri" adlı kitabında Osmanlı coğrafyasındaki sosyal değişiklikleri çarpıcı bir şekilde anlatmaktadır...

Arslan, bu coğrafyadaki nüfusun yer değiştirmesini nedenleri ve sonuçlarıyla inceliyor. Arslan'a göre Osmanlı bakiyesi olan Türkiye sınırları içindeki yerleşim yerlerinin nüfus yapısı, her 60-70 yılda bir köklü olarak değişmektedir.

Gerek köylerden kent merkezlerine akan nüfus, gerekse kentler arasındaki yer değiştirmeler sonucu her yerleşim yeri belli bir periyotla yeni bir nüfus yapısına kavuşmaktadır. Yeni oluşan bu nüfus yapıları bu nüfus yapıları ne yazık ki kentlerde yeni sorunlar üretmektedir. Ekonomik, sosyal ve siyasal nedenlerin tetiklediği bu göç dalgası şehirleri daha da büyük ve hantal bir yapıya dönüştürdü. Bu dönüşümleri heterojen ve kozmopolit kentliler oluşturdu.

Kentlere olan bu yeni göç dalgası yeni yerleşimcilerin 'kimlik kaybı' telaşını da beraberinde getirdi. Kırsal alandan kentlere göçen insanlar 'endişeli muhafazakârlardı' bir anlamda.

'Ya kültürel kimliğimizle bağımız koparsa ya çocuklarımız kentte başkalaşırsa?'

Soru da cevapta sorunluydu aslında. Göçenler, 'hem kimliğimizi muhafaza edelim, hem de göçtüğümüz yere benzemeyelim' demek istiyorlardı. Ancak bu mümkün müydü?

Bu endişeyi taşıyan yeni kentliler, endişelerini bir nebze giderebilmek için yeni bir örgütlenme yapısı oluşturdular. Aslında modern bir kentte olmaması gereken bir örgütlenme biçimiydi. Ancak, zor oyunu bozuyordu. Mecburiyetlerin zorladığı hemşehri birlikteliklerini daha kuvvetlendirmek için geldikleri yerlerin (köy-kasaba-kent) derneklerini kurmak gerekiyordu. Sonuçta öyle de oldu.

Ülkemizde artık her büyükşehir, Anadolu'nun adeta mütemmim cüzü haline geldi. Yani, her büyükşehirde yurdun her bölgesinden insan yaşıyor. Yaşayanlarda varlıklarının devamı için hemşehri derneği kurmayı sosyal bir dayanışmanın ön şartı olarak görmektedirler.

Özellikle İstanbul'un 1950'li yıllardaki nüfus yapısı bugün tamamıyla değişmiştir. İstanbul bugün Türkiye'nin adeta bir özeti gibidir. İstanbul'un eski yerleşim yerlerinde bulunan nüfus yapısı, bugün yeni bir nüfus yapısına dönüşürken, yeni kurulan yerleşim yerleri de adeta Anadolu'nun bir kenti gibi oluşmaktadır. Ardahan ve Kars'tan göçenler Beylikdüzü bölgesinde yoğunlaşırken, Sivas'tan göçenler Sancaktepe bölgesinde, Karadeniz'den göçenler Kartal ve Maltepe bölgelerinde yoğunlaşmaktadırlar.

Şu ya da bu nedenle, kırsal bölgelerden kentlere ne yazık ki göç dalgası halen devam etmektedir. Görülen o ki, yeni göçler gelmeye devam edecek ve nüfus yapısı sürgit değişecektir. Göçlerin sonunda oluşan nüfus yapısındaki değişimler de hiç şüphesiz kentlerin en büyük tehlikelerinden biridir.

Türkiye'nin 1927 yılında köy nüfusu yüzde 76 civarındayken, bugün bu oran yüzde 20'ye gerilemiştir. Yani nüfusumuzun yüzde 80'i bugün kentlerde yaşamaktadır.

Peki, hiç düşünüyor musunuz? İyi güzel de herkes kentte yaşarsa, bu insanlar nasıl beslenecek? Ne yiyip, ne içecekler? Tarımı, hayvancılığı kim yapacak?

İşin bu yanı ne yazık ki… Hiç düşünülmeden hala oluk oluk insan kentlere akmaktadır.

Kırsal alandan kentlere akan bu yeni nüfus, yani, yeni hemşehirler kentlilik kimliğine kavuşmak için de can atmaktadırlar. Neyi kazanıp, neyi kaybettiklerini çok sonra fark eden bu insanlar, kentli olalım derken büyük bir kültürel travma yaşamaktadırlar.

Bu travmadan çıkış yolu olarak da hemşehri kimliğine sarılmaktadırlar. Geleneklerinden kopmadan, kentin modern yaşamına atak uyduracak göç birliktelikleri onlar için önem kazanmaktadır

Sonuç olarak, yaşadıkları kentler de yeni hemşehrilik kavramları oluşturmaktadırlar.

Yeni hemşehirilikte, ait olduğu yeri sevmekle başlayarak, yaşadığı yeni yerleşim yeriyle bütünleşmeye doğru evrilmektedir.

Bu önemli bir gelişmeydi. Kentler de ancak bu şekilde korunabilirdi.

Kurulan köy, ilçe ve şehir dernekleri hemşehriliği muhafaza ederken, yaşadığı yere ait olmayı da nihayet önemsedi. Bizim oralılar, bizim köylüler yaklaşımı yaşadıkları semtin adından sonra anılmaya başladı.

Kurulan bu dernekler hemşehricilikten hemşehriliğe döndüğü anda, bilesiniz ki yaşadığımız yerler, gerçekten bize ait olacak.

Bu konuda özellikle, kırsaldan kentlere gelenlerin üçüncü kuşağı çok daha başarılı… Onlar; ata, baba toprağını, modern yaşam tarzıyla anlamaya ve geleceğe taşıma kaygısı güdüyorlar.

Var olan hemşehri dernekleri ve yeni kurulan bu tür dernekler, yerel yönetimlerle işbirliği içinde yaşadıkları yeri tanımayı sevmeyi tanımayı ilke olarak benimsemeli. Hemşehricilikten, yaşadıkları kentin hemşehrisi olmayı göz ardı etmemelidirler.

Zaman zaman söylensekte, hepimiz şunu iyi bilmeliyiz ki, yaşadığımız kentin nüfusu şu veya bu şekilde yine değişecek.

Gelen her yeni hemşehri grubunun yaşadığı yere aidiyetini (bunu sosyal bilimciler entegrasyon diye tanımlıyorlar) sağlamak kentler de yaşayan bir önceki kuşağın önemli bir sorunu olacaktır. Hemşehri dernekleri bu entegrasyonun sağlanmasında ciddi katkılar da sağlayabilir.

Öte yandan, bir insanın hemşehrisini koruma ve kollama içgüdüsü kınanacak bir tutum değil, takdir edilecek bir tutumdur. Ancak bu, hemşehricilik saplantısına bulaşmadan yapılırsa, sosyal doku bundan olumlu etkilenir. Aksi halde, gettolaşma ve ayrışma başlar.

Her hemşehri grubu, kendi kültürel değerlerinin kıymetli olduğunu belirtmeli ancak bir başka hemşehri grubunu da bu sırada yermemelidir. 'Bizim oraların insanı iyidir ama filanca yer mi? Aman aman…’ dememelidir.

Çünkü bu topraklar çok farklı etnik kültürü binlerce yıl bağrında taşımıştır. Geleneğinde ve hafızasında farklılıklarla birlikte yaşama duygusu vardır. O zaman bir şehrin veya kasabanın insanından ne ayrıcalığı olabilir ki?

Her köy, her kasaba, her ilçe, her şehir, aynı rengin sadece farklı tonlarıdır.

Beykoz'un yeni hemşehrilerinin bunun bilincinde olduğu sürece, rengimizin tonları daha canlı ve dinamik olacaktır.

Ancak şunu da unutmayalım ki, kırsaldan kentlere göç bir an önce durmalı. Köyler boşalırsa kentleri daha sıkıntılı günlerin beklediği gerçeği akıldan çıkarılmamalıdır.

Köyümüze geri mi dönsek ne? Dediğinizi duyar gibi oluyorum... Hoş bir duygu...

Kalın sağlıcakla...

Yazarın Yazıları