Beykoz'daki yıkım sonrası ilk röportaj

  • 1
  • 33470
Beykoz'daki yıkım sonrası ilk röportaj
Beykoz'daki yıkım sonrası ilk röportaj
Beykoz'daki yıkım sonrası ilk röportaj
Beykoz'daki yıkım sonrası ilk röportaj
Beykoz'daki yıkım sonrası ilk röportaj
Beykoz'daki yıkım sonrası ilk röportaj
Beykoz'daki yıkım sonrası ilk röportaj
Beykoz'daki yıkım sonrası ilk röportaj
Beykoz'daki yıkım sonrası ilk röportaj
Beykoz'daki yıkım sonrası ilk röportaj
Beykoz'daki yıkım sonrası ilk röportaj
Beykoz'daki yıkım sonrası ilk röportaj

Beykoz sınırlarını aşıp günlerce Türkiye'yi meşgul eden Çavuşbaşı'ndaki yıkım ile ilgili Marifet Derneği Başkanı Muhammed Keskin ilk defa konuştu.

Beykoz sınırlarını aşarak günlerce Türkiye gündemini meşgul eden Çavuşbaşı'ndaki yıkımla ilgili Marifet Derneği Başkanı Muhammed Keskin ilk defa konuştu.

Aynı zamanda Mahmut Ustaosmanoğlu Hocaefendi'nin bacanağı olan Muhammed Keskin, Vahdet Gazetesi'ne vermiş olduğu röportajda binalarla ilgili süreci ve sonrasında yaşananları anlattı.

Bilen bilir; İstanbul’un keşmekeşinden uzak, havası temiz, yeşili bol bir yer Çavuşbaşı. Bilmeyenler de burada gerçekleştirilen bir yıkımla duydular adını.

Nakşibendi tarikatının Türkiye’deki en önde gelen ismi, Türkiye ve dünyada yüz binlerce müridi, milyonlarca seveni bulunan, yüzlerce âlimin ziyaret ettiği, onlarca siyasetçinin kapısının eşiğini aşındırdığı “Mahmut Efendi Hazretleri”nin de yaklaşık 10 yıldır ikamet ettiği Külliye... Mahmut Ustaosmanoğlu’nun kaldığı bölüme “Hane” diyorlar.

MAHMUD EFENDİ KÜLLİYESİ

Yıkım sonrası haberlere konu olan bu alanda tamamlanmış bir binanın yanı sıra devam etmekte olan bir cami inşaatı var. Bir de yıkım sonrası yerle bir olmuş ek binalar. Kendilerini “Efendi Hazretleri’nin Hizmetkârları” olarak tanıtan Muhammed Keskin Hoca ve arkadaşları, buranın tamamına “Mahmud Efendi Külliyesi” diyorlar.

Resmi evraklarda ismi “Yıldıztepe C-Tipi Mesire Yeri” olarak geçiyor. Marifet Derneği burayı Orman Bakanlığı’ndan 2014 yılında kiralamış. Geçen zamanda her hafta Külliye’yi ziyarete gelen on binlerce kişiyi daha iyi ağırlamak için projeyi genişletmek istemişler. Bakanlıkla yaptıkları yazışmalar sonrasında yeni bir vaziyet planı hazırlamışlar. Ancak söylediklerine göre yazışmalar sürerken aniden yıkım kararı alınmış. Süreçte yaşananları Muhammed Keskin şöyle özetliyor:

BAKANLIK’TAN KİRALADIK

“Biz burayı Orman Bakanlığı’ndan şu amaçla kiraladık: Efendi Hazretleri 10 senedir Beykoz’da ikamet etmektedir. Türkiye’den ve dünyadan geniş bir seven kitlesi bulunmaktadır. Yoğun bir şekilde misafir akınına uğruyor burası. Verdiğimiz projelere bakarsak herhangi bir ticari unsur barındırmamaktadır. Taş işçiliğiyle yapılan bir cami, hanımlar mescidi, kız ve erkek Kur’an kursları, ‘alimleri misafir etmek üzere bir misafirhane, şehit Bayram hocamızın adını taşıyan kütüphane ve hizmet binası vardı.

Biz burayı 29 yıllığına kiraladıktan sonra Orman Bakanlığı yetkilileriyle görüşerek burayla alakalı bir vaziyet planı hazırladık. Biz iki sene içerisinde üzerimize düşen mevzuattaki yapmamız gereken şeyleri yaptık. Bizi 2 şeyle suçluyorlar çok katlı bina yapma, bir de tabanı genişletme. Bir kısım medyada yapılan haberlerdeki gibi burada kaçak yapı söz konusu değil. Biz burada Orman Bakanlığı’ndan arazi kiralamışız, 2 senedir kiramızı veriyoruz. Aramızda sözleşme mevcut, sonra aramızda Orman Bakanlığı makamlarının müteselsil onayladığı, imza attığı vaziyet planı var. Dolayısıyla bizim buradaki yapılara kaçak demek doğru değil. 

HABERLERİ VARDI, YIKMAYI TERCİH ETTİLER

Orman Bakanlığı tebliğinde çok katlı binalar zaten mevzuatta var. 296. tebliğde 3 kat, 300 nolu tebliğde de 4 katlı yapabiliyorsunuz zaten mesire yerlerinde. Onlar mevzuatı bizden daha iyi biliyorlar. Dolayısıyla çok katlı binalar suç teşkil etmiyor. Bu, mevzuattan doğan hakkımız. Mevzuatın dışına çıkmak veya projenin dışına çıkmak olarak kabul etmiyoruz. 

Taban genişletmesine gelince de yine mevzuattan ve sözleşmeden doğan hakkımız 15. Madde’de der ki, sözleşmede işletmeci projeleri ihtiyacı karşılamadığında yeni bir ek vaziyet planıyla Orman Bakanlığı’na başvurarak ek vaziyet planını onaylatır. Bu 2 sene zarfında buraya gelen kalabalıklar nedeniyle ilk verdiğimiz vaziyet planındaki projelerin yeterli hizmeti sağlayamayacağını anladık. Sonra vaziyet planında değişikliğe gittik. Tabandaki genişleme doğrudur. Biz bunu zaten Orman Bakanlığı yetkililerine Sayın Orman Bakanı’na ve Başbakanımıza ifade ettik. Kendilerine dosya verdik. Bu dosyanın birinci sayfasında buradaki durumu özetleyen bir dilekçemiz mevcuttu sonra altta buradaki yaptığımız projelerin çizimlerin hepsini verdik. Bunların hepsinden haberleri vardı kendilerinin. Biz onlardan yardımcı olmalarını ve kolaylık sağlamalarını talep ettik, onlar ise zorluk çıkarmayı ve yıkmayı tercih ettiler.

NE OLDUYSA İSMAİLAĞA VAKFI YETKİLİLERİNİN ŞİKAYETİNDEN SONRA OLDU

Ne olduysa son dönemde İsmailağa Vakfı yetkililerinin şikâyeti ve siyasi iradeyle beraber hareket eden bazı hoca efendilerin muvafakat etmesinden sonra oldu ve yıkım gerçekleşti. Yoksa 2 seneden beri istişareli çalışma söz konusuydu. Biz inşaatları bitirdikten sonra burada bir hukuksuzluk gördüler. İki sene görmedin de inşaatlar bitme aşamasına geldiğinde mi hukuksuzluk gördün?” 

 YIKIM HUKUKİ DEĞİL

İsmailağa’dan kim şikâyet etti sizi?

İsim vermeyelim. Bizim bildiğimiz isimler de var. Bilmediğimiz isimler de var. Neticede yıkım hukuki değil. Beykoz ilçesinde kaç bin tane yıkım kararı var ve kaçı uygulanmış? Kaçını uygulayabilmişsiniz? Mesela İstanbul’un tarihi silüetini bozan 16-9 hakkındaki mahkeme kararını biliyorum. Onun mahkeme kararı var, yıkabildiler mi? Netice Olarak biz bu yıkımı “Birileri şikayet etti diğerleri de yıktı” olarak görmüyoruz. Bilakis bir ortak çalışma ürünü olarak telakki ediyoruz.

POLİS, ORMAN MÜDÜRÜNE YIK BASKISI YAPTI

Yıkım esnasında neler yaşandı?

Yıkım öncesi gece yarısından itibaren gelenleri gönderdik. Yetkililer buraya geldiklerinde bine yakın ihvan vardı, onlara “Asayişi bozacak herhangi bir hareket istemiyoruz” dedik. Sokağı kapattık, insanları burada tuttuk, insanların yıkım ekibiyle karşı karşıya gelmemesini sağladık. “Size kapı hazırladık buradan gelin yıkın” dedik. Ama “Önce belgenizi gösterin” dedik. Bize bir savcılık veya mahkeme kararı gösteremediler. Kanlıca Orman Müdürü; 'burayı 17/2’ye göre yıkıyorum' dedi. 17/2 yanma yoluyla açılan ormanlar. Hani yangın çıkmış açılmış, vatandaş girmiş ağaçları yakmış, sonra içine girmiş inşaat yapmış, bununla alakalı bir madde bu. Burası bir kere 17/2 değil. İkincisi mesire yeri, üçüncüsü aramızda bir sözleşme var. Dördüncüsü onaylı bir vaziyet planımız var. Yani bu dediklerinin hiç biri burada tutmuyor. Yine de orada kararlıydılar. Çünkü Çevik Kuvvet Müdürü Orman Müdürüne dedi ki “Ne bekliyorsun, emri ver yıksınlar!” diyerek baskı yaptı. 

İLK TAŞI EFENDİ HAZRETLERİ KOYDU

Mahmut Efendi yıkım esnasında bu Külliye’deydi, nasıl karşıladı yıkımı?

Efendi Hazretleri bu binalar yapılırken ilk taşı koydu. Biraz rahatsızdı, tam teferruatlı anlatmadım. Üzülmesini de istemedim. İlk başta yıkacaklarını söylediğimde sorduğu soru şu oldu: Niye? Kim yapıyor bu işi? Yıkımdan sonra da “Bakalım ne olur?” Buyurdular.

28 ŞUBAT’TA BÖYLE YIKIM YAPILMIYORDU

‘Yanlışlıkları bizzat insanların yüzüne karşı söylemiş insanlarız biz, çekinen insanlar değiliz. 28 Şubat’ta böyle yıkılmıyordu, mühür vuruluyordu. Başka bir kapıdan tekrar giriyorduk. Bu adalete ve Müslüman ahlakına yakışan bir şey değil. Devlet ahlâkına yakışan bir şey değil. Benle görüşen insansınız, istediğiniz zaman telefon açıyorsunuz. Seçimden sonra telefon açıyorsunuz ve “Bundan sonra el-ele, omuz-omuzayız” diyorsunuz, sonra size ulaşmaya çalışıyoruz, ulaşamıyoruz. Bize bir şey demiyorsunuz. Bizimle görüşebilirdiniz. “Yıkın gitsin” denince biz de bu işin faillerini açıklamak zorunda kaldık. 

MARİFET DERNEĞİ KİME AİT, NE YAPAR?

Muhammed Keskin Hoca bu soruya şöyle cevap veriyor: Marifet Derneği, Mahmud Efendi Hazretleri’nin hizmetkârlarından oluşuyor. Yaklaşık 10 senedir burada, Çavuşbaşı’nda Mahmud Efendi Hazretleri’nin hizmetlerini görüyoruz. Ahıska Yayınevi’yle Efendi Hazretleri’nin kitaplarını basıyoruz, tercüme eserler basıyoruz, uluslararası organizasyonlar yapıyoruz. 

Siz bir dönem hükümete yakındınız. Sonra ne oldu?

Efendi Hazretleri’ni ziyarete geliyorlardı. Birkaç eleştiri yaptık. Hükümete yakın grupların hazırladıkları bildirilerin hiçbirine imza atmadık. Efendi Hazretleri’ne sorduk, “Atmayın” dedi, biz de atmadık.

Ne tür bir engelleme ya da baskıdan bahsediyorsunuz?

İlk engelleme şudur: 2006’da Mahmut Efendi Hazretleri İsmailağa’dayken (Fatih Çarşamba) 2 sene ziyaret kabul etmedi. Sadece 5-10 kişi kendisini ziyaret edebiliyordu. Efendi Hazretleri 2 sene kadar hasta yatağında yattı. Sağından soluna dönecek kadar mecali yoktu o zamanda. Sonra hacı annemiz (Efendi Hazretleri’nin hanımı)  Mahmut Efendi Hazretleri’ni tedavi için bir hastaneye götürdü. Tedaviye olumlu cevap verdi. Mahmut Efendi hazretleri bir anda ayağa kalktı, ayağa kalktığı fotoğraf da basına yansıdı. Ayağa kalkmaya mecali olmayan bir insanın bir haftada ayağa kalkması geriye dönük olarak insanların süreci sorgulamasına sebep oldu. Tabi bazı kesimleri ve bazı mihrakları da korkuttu bu. O sırada hastane ve Mahmut Efendi’nin arabası kurşunlandı, tedavi yarım kaldı. Yarım bırakılmak için yapıldığı belliydi. Soruşturma devam ettirilmedi. Bazı isimleri ulaşıldı ama kapatıldı. Sonra da İnsanlığa Hizmet Sempozyumu engellendi.

Sinan Erdem’deki sempozyumu mu kastediyorsunuz? Nasıl oldu? 

200-250 bin kişi gibi büyük kalabalıklar gelecekti. Bütün izinleri aldık. Buradaki arkadaşlarla beraber dernek adı altında ilanları yaptık. Bütün âlimlerin buraya gelmesi bazı mihrakları çok korkuttu. Bazı insanlar dünyada kendilerini öne çıkarıyor, lanse ediyor veya siyasiler kendilerini İslami ölçü olarak görüyor. 

Efendi hazretleri o zamana kadar medyanın önüne tam manasıyla çıkmış değildi. Bu kadar âlimin olacağı bir toplantı dünyada büyük bir yankı yapacak hem de insanların uluslararası bakışını daha da genişletecekti. Bir gece bizi emniyetten aradılar. Sinan Erdem’i iptal ettiler. Bütün izinler alınmıştı hâlbuki. Bunun iptaline ne sebep olabilir ki? Mahmut Efendi Hazretleri’nin uluslararası düzeyde irşadının kuvvetini görülmesini istemiyorlardı. Çeçenistan ziyaretine bu bağlamda mani oldular. Küçük bir camide hizmet etti yıllarca, insanlar geldi, gitti ama hiçbir zaman Mahmut Efendi Hazretleri’nin irşadı böyle sahada görünmedi. Orada o kalabalıklar görünecekti, istemediler. Çünkü kendilerinden başka kuvvet görmek istemiyorlardı.  

BİR GECEDE KÂĞIT GELDİ, SEMPOZYUM İPTAL OLDU

Ulema topluluğu da bir karar alır diye çok korktular. Çünkü dünyanın her ülkesinden büyük âlimler geldi. İslam dünyasında bir karar alınsa bağlayıcı olurdu. Külliye konusunda diyorlar ki bazı mevzuata uyulmadı, yıkım yapıldı. Orada bütün hukuka uyuldu. Maksat neydi? Faruk Çelik’le görüştük âlimler gelecek, haberdar ettik devletimizi de hükümetimizi de haberdar ettik. Bir gecede bir kâğıt geliyor ve hiçbir şey anlatılmadan iptal oluyor. 

EFENDİ HAZRETLERİ’NİN TAVAFA ÇIKMASINI İSTEMEDİLER

2011’de 50 bin kişilik umre organize ettik Marifet Derneği olarak. 50 bin Türk ile Kâbe’de toplandık ve kimsenin burnu dahi kanamadı.  Orada da Diyanet’in ateşesi geldi bize “Efendiyi tavafa çıkarmayın” dedi. Orada bile baskı yapıldı. Niye? Efendi’nin büyük kuvveti, ehl-i Sünnetin bu güzel görüntüsü Efendi’yle ortaya çıkmasın diye. Sen bunu niye söylüyorsun, bunu söylüyorsa buranın hükümeti söylesin bize. Siz bu işe karışamazsınız dedik. Orada bile baskı vardı bize.

HANIMLAR İÇİN YAPTIRDIĞIMIZ VAKIF TARUMAR EDİLDİ

Eyüp Sultan Hazretleri’nde hanımlara bir vakıf yaptırdık, hanımlar orada kendi aralarında kitap çalışmaları yapıyorlardı. Teslim alınacağı sırada bir bakıyorlar bütün vakıf tarumar edilmiş. Kim yaptı bunu? Demişler, belediye. Belediyenin bunu yapacak gücü mü vardı. Hadi biz bunu sineye çektik. Vakfın bütün eşyalarını atmışlar, kırmışlar. Klimalar sağda solda. Biz gene topladık. 

ÇEÇENİSTAN ZİYARETİ ENGELLENDİ

Bir de gerçekleşmeyen ama meşhur olan bir Çeçenistan ziyareti var?

Mahmut Efendi Hazretleri Çeçenistan’a gidecek, sevenleriyle buluşacaktı. Oraya 400-500 bin insan katılacaktı. Önce buraya bir milletvekili geldi ve bizi dosyalarla tehdit etti. Ondan sonra da zamanın Başbakanı, Cübbeli Ahmet hocamızı arayıp başbakanlık makamının adını kullanmak suretiyle iptalini istedi. Sonra hacı annemizle bağlantı kuruldu. Efendi Hazretleri’ne soruldu, Efendi Hazretleri de “Madem öyle” dedi, vazgeçti. Böylece Çeçenistan ziyareti engellendi.  

Kadirov’dan para aldığınız yazıldı? 

O dönemde hiçbir delile dayanmaksızın bize alçakça iftiralar atıldı. 2 milyon dolar almışız, Efendi Hazretleri’ni götürürsek 7 milyon dolar daha alacakmışız. Orada Mahmut Efendi Hazretleri’ne çok büyük bir teveccüh vardı. Mahmut Efendi’nin yurt dışına çıkma hakkı yok mu? Sevenleriyle buluşma hakkı yok mu? Efendi Hazretleri’nin Kadirov’la bir münasebeti yoktur. Babası Ahmet Kadirov hoca bir kimsedir. Efendi Hazretleri’ne gelmiş, ziyaret etmiştir. Onunla tanışıklığı var. Ve tabii ki olay Kadirov meselesi değildir. Halkın meselesidir. Çeçenistan’da bütün sokaklara fotoğraflarını astılar. Efendi Hazretleri Çeçenistan ziyaretine ısrarla gitmek istedi. Cübbeli hoca sordu, oğlu Ahmet hoca sordu, hacı anne sordu, ısrarla gitmek istediğini söyledi. Ama iptal edilmesi için baskı yapıldı. 

PERİNÇEK’LE ANLAŞMAYIZ

Yeni Türkiye’de ehl-i Sünneti görmek istemiyorlar. Bu ülkenin temeli Osmanlı ve Selçuklu. Selçuklu ve Osmanlı Devleti’nden bahsediyorlar insanlar etkileniyor ama onun itikadı ve yaşayış biçiminin içini boşaltıyorlar. Yeni Türkiye bu olmamalı. İslam’a yeni bir söylem getirip, tarikatlardan, maneviyattan soyutlanmış Kur’an Müslümanlığı gibi değişik bir Müslümanlık, tek tip insan getirmek uygun değil. Şimdi buna bakarsak Doğu Perinçek “Muhafazakâr insanlarla anlaştım. Cemaatlerin kökünü kazıyacağız” diyor. Benle anlaşmadı bu. Kimle anlaştı da tek tip insan istiyor? Ne oluyor da ikisi bir noktada buluşuyor? Biz onlarla buluşamayız aynı noktada. 

BİZ PARALELİ TANIMIYORUZ

“En rahatsız olduğumuz şu: Bir kesim bize “paralel” diyor. Kendilerine paralel denilen bir cemaat mevcuttur. Onların holdingleşmesi, kadrolaşmaları bizim ilgi sahamıza girmemektedir. Eğer bir paralel yapı söz konusuysa bununla uğraşmak devletin işidir. Biz bu cemaatin kitaba ve sünnete uymayan görüşlerini eleştirdik. Hatta dinler arası diyaloga karşı uluslararası sempozyum bile düzenledik. Bununla beraber 2011 umresinde diyalog mimarlarının aday yapılmamasına dair bizzat bu fakir, Efendi Hazretlerinin yanında konuşma yaptı. Bundan sonra kalkıp bize paralel demek hangi insafa sığar? 

Ben bu insanları Efendi Hazretleri’nin yanına ziyarete geldiklerinde tanıdım. İsmailağa Vakfı ileri gelenleri ve hükümet yetkilileri onlarla iç içeydi. Şimdi nasıl oldu da biz paralel olduk onlar devletini seven oldu, bunu anlamıyoruz. Onlarla ne bağlantım olabilir ki benim. Siz kendiniz iç içeydiniz, okyanus ötesine selamlar salıyordunuz. Siz bunları organize ettiniz, bu konuma getirdiniz. Ne oldu da şimdi böyle oldu? Karşınıza kim muhalif çıksa paralelci yaftası takıyorsunuz. Ayıp değil mi? Bu hukuku katletmek değil mi?”

HUKUKA UYMAZ

Bizim için o gün “Bunlar Ergenekoncu, hükümeti yıkmak istiyorlar” dediler. Bir türlü kendimizi anlatamadık. Biz devletimizi, vatanımızı düşünüyoruz. Halkımızı düşünüyoruz. 

Biz kimsenin cesaret edemediği zamanda konuştuk, şimdi bakıyoruz bu süreçte onlar tertemiz, biz ne olduk? Paralelci, terörist olduk. Böyle bir saçmalık olur mu? Sen bunları bir yerlere getiriyorsun, sonra da onlarla kavga ediyorsun, ondan sonra kim sana karşı çıkarsa bu paralelci deyip yaftayı vurup insanı zedeliyorsun. Bu hakka, hukuka uymayan bir iş. Hem devlet geleneğine de uymaz. Toplumları baskı altında tutmuş olursun.

EFENDİ HAZRETLERİ ÇÖZÜM SÜRECİNİ ELEŞTİRDİ

Siyasi baskı iddianızın sebebi ne size göre?

Yaptığımız eleştiriler. Çözüm sürecinin yanlış olduğunu ve çözülmeye götüreceğini söyledik. Süleyman Şah Türbesi'nin taşınmasını ve bayrakların indirilmesini eleştirdik. O zamanlar İran ile yakınlardı, şimdi ayrıldılar. Bunlara eleştirel yaklaştık. Ama İsmailağa’dakiler suya sabuna dokunmayalım, aman hükümetle aramız bozulmasın, kayıtsız şartsız destekleyelim tavrında oldu.  

Sizi Hükümet karşıtı olarak göstermeye çalışıyorlar? 

Biz Hükümet karşıtı değiliz. Bilakis tavrımız şeyhimiz Efendi Hazretlerinin tavrı gibi siyaset üstüdür. Allah’a çağırmaktır. Biz doğru gördüklerimizi destekliyoruz. Yanlış gördüklerimizi de dile getiriyoruz. Lakin siyasi iradeyi kutsallaştıranlar eleştirilerimizi kaldıramıyorlar. Baskıyla ve muhalif olma ithamı ile bize dönüş yapıyorlar.

Ne zaman idarecileri ikaz eden bir yazı yazsak İsmailağa Vakfı bizlere karşı açıklama yapıyor.                                                      

Eğer bölünme varsa bunu Efendi Hazretlerinin sözünü dinlemeyip, müstakil hareket edenlerde aramak lazım. Ehl-i Sünnet’in ve dinin yıkılmasına ses çıkarmayanlar Külliye’nin yıkılmasına niye ses çıkarsın?

Marifet Derneği Başkanı Muhammed Keskin Hoca ile röportajımızın üçüncü bölümünde Çarşamba’daki İsmailağa ile Beykoz’daki Marifet Derneği arasındaki söylem farklılığını anlamaya çalıştık. Keskin Hoca’ya, hem Mahmud Efendi Hazretleri’nin Beykoz’a taşınma sürecini hem de İsmailağa’dan yapılan Külliye ile ilgili açıklamaları sorduk.

Külliye’deki yıkımdan sonra yaptığınız açıklamalara İsmailağa Vakfı’ndan tepki geldi. Ne diyorsunuz?

Bizim yaptığımız açıklamalara ne hikmetse kendileriyle hiç alakası olmamasına rağmen İsmailağa Vakfı tepki vermektedir. Sadece yıkım meselesinde değil ne zaman siyasetçileri eleştirsek İsmailağa Vakfı’nı karşımızda bulur olduk. Biz zaman zaman dini ve milli meselelerde hem idarecileri hem de halkımızı ikaz edici ve yönlendirici açıklamalar yapıyoruz. Daha evvel de söylediğimiz gibi tavrımız siyaset üstüdür. Herhangi bir siyasi harekete aidiyetimiz yoktur. Doğru gördüğümüz işi destekler, yanlış gördüğümüzü de ikaz maksadıyla eleştiririz. Hiçbir siyasi oluşumu, din görüp de kutsamış değiliz.

Bu bağlamda ne zaman idarecileri ikaz eden bir yazı yazsak İsmailağa Vakfı üzerlerine vazifeymiş gibi bizlere karşı açıklama yapıyorlar. Marifet bizi temsil etmez, fitne yapmamak lazım gibi afâki, içi boş beyanatlar veriyorlar. Yazdıklarımızın hiçbirine yalan, yanlış veya iftira diyemiyorlar. Tek söyledikleri “Fitne yapmayın”. Siyasetçilerin savunucusu gibiler.

Biz sadece Mahmut Efendi hazretlerinin hizmetkârlarıyız. Bizim kimseyi temsil etmek gibi bir derdimiz yok. Ama hocalığımız var, din adamıyız. Vahiy penceresinden bakıyor, şeriat terazisiyle tartıyoruz. Dine imana göre vatani değerlere göre tartıyoruz ve ikaz etmek durumunda kalıyoruz muhatapları. Onlar sürekli ona laf söylemeyin, buna laf söylemeyin diyorlar ama Efendi hazretlerine laf söylendiği zaman savunmuyorlar.

Eleştirilerden biri de şu: Mahmud Efendi Hazretleri neden sizin yanınızda kalıyor?

Mahmud Efendi Hazretleri bizim yanımızda kalmıyor, biz onun yanında kalıyoruz. Ben kendi halinde medresede okuyan bir talebe idim. Efendi Hazretleri baldızını evlendirmek için hocalarımızdan damat bulmalarını istemiş, onlar da bu fakiri Efendi Hazretlerine takdim ettiler. Beni Efendi Hazretleri evlendirdi ve; “Fazla medresede durma benim yanımda ol”, “Beni yalnız bırakma”, “Yanımdan ayrılma”, “Birbirimize kuvvet oluyoruz” gibi sözlerle beni yanına aldı. Bu şekilde onun hizmetinde bulundum. Mahmud Efendi Hazretleri büyük değer, sen buna sahip çıkmak gerekirken geliyorsun burayı yıkıyorsun.

İsmailağa ve Marifet iki ayrı cemaat mi? Sizin cemaati böldüğünüzü söylüyorlar?

Önce cemaat yapılanmasıyla, tarikat yapılanmasını ayırmak lazım. Cemaat yapılanmasında bir lider onun altında heyetler ve hiyerarşik bir düzen vardır. Tarikat yapılanmasında ise bir mürşid bir de mürid vardır. Aradaki bağ ise sevgidir. Tarikatta bölünme iki şekilde olabilir. Ya biri veya birilerinin çıkıp şeyh var iken ben de şeyhim demesi ve birtakım kimselerin de ona uymasıyla olur. Ya da şeyh bir şey buyurduğu zaman birileri onu dinlemez, kendi görüşleriyle hareket ederler ki bu da bir nevi ben şeyhim demek olur. Madem kendi görüşünle amel edecektin ne için şeyhe intisab ettin demezler mi? Bu tarikat adabına uymaz.

Bize tarikatı bölüyorsunuz diyenler şeyhimize sormadan iş yaptığımızı gösterebilirler mi? Eğer bir bölünme varsa bunu Mahmud Efendi Hazretlerinin sözlerini dinlemeyip, müstakil hareket edenlerde aramak lazım. Bir kaç misal vermek gerekirse; Efendi Hazretleri sarık sarmamızı istediğinde, muhalefet edenler bölmüş demektir. Siyaset hususunda ısrarla sustuğu zamanlar, kim konuştuysa ve İsmailağa camiini parti binasına çevirdiyse bölmüş demektir. Evvelce fotoğrafa müsaade etmezdi (azimetle ameli tercih ettiği için). Sonradan müsaade ettiğinde buna karşı çıkanlar böldü demektir. 2011 Ulema toplantısına herkesin katılmasını istediğinde, boykot edenler böldü demektir. İhvanıyla Umre yapmak istediğinde bahaneler üretip maiyetindeki hoca ve talebeleri şeyhleriyle umre yapmaktan men edenler böldü demektir. Misalleri çoğaltmak mümkün... Bize böldü diyenlerin şeyhimize muhalif bir işi göstermeleri gerekmez mi? 

Biz Mahmud Efendi Hazretlerinin ihvanını, sevenlerini bir bütün olarak görüyoruz. Ayrı bir cemaat oluşturmak gibi bir eylemimiz veya söylemimiz yok. Arzumuz Müslümanların bu mübarek zattan daha fazla istifade etmeleridir. Ki yaptığımız hizmetlerle bunu ispat ettiğimiz kanaatindeyim.

İsmailağa veya Marifet diye bir ayrım var mı? Temsil yetkisi kimde?

Bizler Efendi Hazretlerimizin şahsi hizmetlerini yürüten bir ekibiz. İsmail Ağa Camii’nde de ihvanlara hizmet eden bir vakıf var. Herkes kendi hizmetini temsil eder. Mahmut Efendi Hazretleri’ni veya cemaatini temsil etme yetkisi kimsede yoktur. Çünkü bu cemaatin başı Mahmut Efendi’dir, hayattadır ve başımızdadır. O var iken kimsenin kendini temsilci gibi görmesi uygun değildir. Bizim vazifemiz ihvanla Efendi Hazretleri arasında vasıta olmaktır.10 senedir müritlerin müşkilatını ne zaman Efendi Hazretlerine arz etsek kendisi hüküm vermiştir. Hiçbir meseleyi İsmailağada ki heyete havale ettiğini görmedik. 

Ayrıca Fatih-Çarşamba’daki İsmailağa Camii’ni yaptıran zat bizim tarikatımızdan değildir. Osmanlı döneminde güzel hizmetleri olan bir Şeyhülislamdır. Kendi hayrına bir cami yaptırmıştır. Ali Haydar Efendi babamız Mahmut Efendi Hazretlerini o camiye imam olarak tayin etmiş. Caminin isminden dolayı medyada İsmailağa Cemaati diye geçiyor. Ama bizim tarikatımız Efendi Hazretleri’nin yoludur. Biz onun adını yaşatmak istiyoruz. 

Yani İsmailağa tanımlamasını kabul etmiyor musunuz?

Cemaat olarak Mahmut Efendi’ye nispeti doğru buluyor, bir mekan adıyla anılmayı uygun görmüyoruz. Ashab-ı Kiram’a, Mescid-i Nebevi’nin cemaati denmiyordu, Rasûlüllah’ın Ashabı deniyordu. Meşayıhımızdan hiçbiri de hizmet ettikleri cami ile anılmıyordu. 

Mahmut Efendi’nin ihvanları olarak, Mahmut Efendi Hazretleri’nin cemaati olarak bilinmek isteriz. Biz niye İsmail Efendi’nin adıyla anılalım, o da büyük bir zattır ama bizi irşat eden Mahmut Efendi Hazretleridir. Onun ismi yaşamalıdır. İsmailağa cemaati denmesi pek uygun değil.

Peki, Efendi Hazretleri İsmailağa’dan neden ve nasıl ayrıldı?

Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhu) İsmailağa Cami’indeki hizmetlerine devam ederken uzun seneler 100 m2 civarındaki mütevazi evinde ikamet etmekteydi. 2005 – 2006 senelerinde ağır hastalıklar geçirdi. Kendisine anjiyo yapıldı. Kalp damarlarına stend takıldı. Bunun yanı sıra Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhu)de şeker ve tansiyon gibi bazı rahatsızlıklar da bulunmaktaydı.           

Bununla birlikte, şehrin karmaşası, hava kirliliği, ikamet ettiği evin dar ve hizmetler için yetersiz olduğu göz önünde bulundurulduğunda; Efendi Hazretlerimizin (Kuddise Sirruhu) sağlık hizmetlerinin daha iyi yürütülebilmesi, kendisinin ve ailesinin rahat edebilmesi ve misafirlerin daha güzel ağırlanabilmesi için, geniş, ferah ve havası temiz bir ortama ihtiyaç vardı. Bu ihtiyacı karşılamak için Efendi Hazretlerimizin (Kuddise Sirruhu) müsaadesiyle 2006 senesi kışında münasip bir yazlık aramaya başladık.

Aylarca sürdürdüğümüz arama faaliyetleri bir netice vermeyince, bu durumdan kaynaklanan üzüntümüzü Efendi Hazretlerimize (Kuddise Sirruhu) arz ettiğimizde; “El-Hamdü lillâhi Rabbil âlemîn deyip de hemen sonuna mı varıyorsunuz. Devam edin buyurdu.”

Nihayet 2007 baharında Efendi Hazretlerimizin (Kuddise Sirruhu) hal-i hazırda Çavuşbaşındaki ikametgâhını bulmak nasip oldu ve Efendi Hazretlerimiz (Kuddise Sirruhu) cankurtaran aracıyla sedyede olduğu halde yeni ikametgâhına intikal ettiler.

Biz burayı yazlık diye aldık, yazın kalacak hava alacak kışın yine geri dönecek diye. Bir yaz geçirdik burada. Sonbaharda hacı annemiz doktorlar getirdi. Doktorlar fizik tedaviye ihtiyaç olduğunu söylediler. O zaman da Efendi Hazretleri’nin hastaneye götürülmesine karşı çıkanlar oldu. Dinlemedi Hacı Anne. Hastaneye intikal ettikten 1 hafta sonra tutunarak yürümeye başladı Efendi Hazretleri.

Üç buçuk ay tedavinin ardından Kurban Bayramı’nda Çavuşbaşı’na geri döndük. Efendi Hazretleri, Hacı Anne ile de istişareleri neticesinde ve doktorunun da Fatih’e gidemezsiniz demesi üzerine kışında burada kalmaya karar verdiler. O gün bu gündür de Çavuşbaşı’nda ikamet ediyorlar. 

Çarşamba’yı boşaltmaya çalışmak suretiyle Patrikhane’ye hizmet ettiğiniz iddia ediliyor, ne diyorsunuz?

Efendi hazretlerinin Çavuşbaşı’nda oluşunu, Fatih-Çarşamba’nın boşaltılıp Vatikan misali sur içinde bir devletçik meydana getirme projesinin parçası olarak değerlendirenlere şunu demek istiyorum:

Madem ki Müslüman bir hükümetimiz var, onlara hiç sordunuz mu böyle bir tehlikenin olup olmadığını? Hükümet ya da İsmailağa Vakfı böyle bir tehlike hakkında ne gibi bir çalışma yapmışlar? Sadece Efendi Hazretlerinden mi çare beklemekteler? Efendi Hazretlerinin Çarşamba’ya gelmesiyle alakalı ne gibi bir çalışma yapıp hanesine sunmuşlar.

Hükümetin yönlendirmesiyle birkaç zengin Müslümanın Çarşamba’nın tamamını satın alabileceği malum iken hiç mi bir şey yapılmamış?

Belediyeler Patrikhane tehlikesine karşı neler yapmıştır? (Yeni yaptıkları binalara ve bazı mahallelere Rum isimleri vermenin dışında…)

Cübbeli Hocamızın doksanlı yıllarda Çavuşbaşı’na külliye yapması, İsmailağa Vakfının ileri gelenlerinin Çavuşbaşı’nda mahalle satın alması, Abdullah Ustaosmanoğlu’nun Arnavutköy’de külliye inşa etmesi de Patrikhanenin ekümeniklik projesine hizmet etmek için miydi?

Bu fakir, beş sene evvel dönemin başbakanına İsmet Baba tekkesinin bu tarikatın şeyhi olması hasebiyle Efendi Hazretlerinin hakkı olduğunu ve ona verilmesi gerektiğini söylemişti. Tekkenin verilmesi halinde oraya Efendi hazretlerinin gelmesinin iyi olacağını ve Patrikhaneye karşı da kuvvet olacağını söylediğimde dönemin başbakanı “Kaç Rum var ki İstanbul’da?” diyerek meseleyi küçümsemiş ve böyle bir şeyi tehlike olarak görmediğini ortaya koymuştu.

Ayrıca bu fakir, İsmailağa Vakfı ileri gelenlerine Efendi Hazretleri için vakıf binasında uygun bir hazırlık yapılmasını teklif ettiğinde vakfın en cevval azası Seyfettin İnanç beyefendi “Kaç kere gelecek ki?” dememiş miydi? Yoksa o da mı patrikhaneye hizmet ediyordu?

Başka tarikat veya cemaatlerden destek gördünüz mü bu süreçte?

Külliyemizin yıkılmasına ses çıkarmayan tarikatlar, cemaatler dinin yıkılmasına da ses çıkarmıyorlar ki külliye için ses bekleyelim. Anadolu insanlarının itikadını bozarken hangisi kalktı cevap verdi? Güneydoğunun durumuna kimse ses çıkarmıyor. Süleyman Şah’ta vatan toprağı bırakıldı, gelindi. Kim ses çıkardı? Din vatan meselelerinde sesleri çıkmıyor ki bizim külliyemiz için sesleri çıksın. Ehlisünnet yıkılırken sesi çıkmayanların Ehlisünnetin sadece bir medresesi yıkılmış niye ses çıkarsınlar ki?

Bundan sonra ne olacak? İddia ettiğiniz baskıların devamını bekliyor musunuz?

Hukuka göre bir sorun yok ama neticede hukuksuz bir yıkım yapıldı. Bu kadar hukuksuzluğun yapıldığı Türkiye’de hukuka göre değil de karşımızdakilerin isteğine göre düşünüyoruz biz. Düşünün ki mahkemede yıkım kararı alınmıyor. 1000 tane polis geliyor kapılara dayanıyor. Yıkacağız bitti, diyorlar. Şimdi bu muameleyi gördükten sonra hukuku düşünecek bir durum kalmamış.

KARAR BABAMA AİTTİR

Efendi Hazretleri’nin oğlu Ahmet Ustaosmanoğlu Çavuşbaşı için ne dedi?

“Babam, Çavuşbaşı’ndaki evinde huzur içinde. İstirahatini sürdürmektedir. Değişik dedikoduların çıkması sebebiyle bu açıklamayı yapmak zorunda kalıyoruz. Efendi Hazretleri’ni buradan alıp, kaçırılacağı gibi değişik değişik iftiralar yapılmaktadır. Bunların tamamı asılsızdır. Burada doktorların kendisi için tanıdığı bu yaşam şeklini hayatı yaşama şeklini sürdürecektir. Temiz hava, sessizliği açısından burada yaşamayı sürdürecektir. Onun için istediği zaman Fatih’teki evine de gidebilir, istediği zaman başka bir yere de gidebilir yani hüküm tamamen kendisine aittir. Kimseyi ilgilendiren bir durum değildir bu.”

Röportaj: Zübeyir Koçulu / Fotoğraf: Halit Taşdelen 

WhatsApp İhbar Hattı: 0 (541) 464 6673 

Beykoz, Ailesine sahip çıkacak
Önceki Beykoz, Ailesine sahip çıkacak
Beykoz Riva'daki film platosunda yangın çıktı
Sonraki Beykoz Riva'daki film platosunda yangın çıktı
Yorumlar (1 Yorum)

Mehmet (9 yıl önce)

Hem müslümanlıktan bahsederler hem devletten kaçak yapı yaparlar..

Yorum Yaz