A. Raif ÖZTÜRK
  • 18/12/2016 Son günceleme: 18/12/2016 23:25
  • 4.777

Geçmişte Diyanet İşleri Başkanlığı koltuğunu işgal etmiş bir şahsiyetin anlayamadığı ve bazen de özellikle İSTİSMAR edilen bir konuyu seçtim bugün.

Akılları sıra bu kişiler, Bediüzzaman Hz.’nin Risale-i Nurları hakkında “..Ben yazdım” yerine “..bana yazdırıldı” ifadesini istismar edecekler. Güya “bana vahiy geliyordu” anlamı çıkaracaklar.

  • Vah zavallılar vah…

Aslında; şu birkaç paragraf yazıyı ben yazarken bile “bana yazdırıldı” demem gerekirken, bizler bilinçsizlikle “ben yazdım” diyebiliyoruz. Mevlâna Hz. gibi ve Bediüzzaman Hz. gibi büyük şahsiyetler, YAZMAK fiilinin, hangi safhalarda meydana geldiğini, yüzde kaçının kendi iradeleriyle, yüzde kaçının küllî iradeyle cc meydana geldiğini çok iyi bildikleri için, “ben yazdım” demeye HAYÂ ediyorlardı. Hattâ “Yağmur yağıyor” yerine, bunu küllî iradeye verip “yağmur yağdırılıyor” diyorlardı.

Şimdi YAZMAK fiilini, biyolojik olarak kısaca ele alalım:

İnsan vücuduna Yüce Rabbimiz tarafından 120 000 Km. uzunluğunda sinir sistemi tesisatı döşenmiştir. Bu sinir sistemi kılcal kablo gibi gözükse de NÖRON denilen sinir hücrelerinin, uç uca eklenmesiyle oluşturulmuş. Ancak bu sinir hücrelerinin kolları çok ince ve kılcal olduğundan, vücut elektriğine dayanamaz. Bu nedenle de her bir sinir hücresinin diğer sinir hücresine geçiş yapan kısmına, SNAPS denilen boşluklar bırakılmıştır.
 

Sadece YAZMAK fiili için, beyin, beyincik, hafıza merkezi, gözler, kol, el, parmaklar arasındaki sinir sisteminde görevli trilyonlarca sinir hücreleri, yani nöronlar arasındaki elektriksel iletiler tek kelimeyle mucizedir. Yazmak için nöronların algıladıkları elektriksel emir ve iletiler, her nöron hücresi arasındaki “synaptik aralık” adı verilen milyarlarca boşluklardan geçmek zorundadır. Bu iletinin kopmaması ve bozulmaması için, çok ciddi teknik çözümler şarttır. İletinin, her hücre arasındaki bu sinaptik boşluklardan geçebilmesi için, elektriksel özelliğini yitirmesi de kaçınılmazdır. Fakat bu ileti, yani emir, o boşluğa gelince bir nevi kimyevî reaksiyonla, bir başka şekil alır ve ancak bu kimyasal iletişimle o boşluktan geçer. Bitişik hücreye geçince de, tekrar elektrik akımı şekline dönüşür. Bir sonraki hücrenin sinaps boşluğunda yine aynı kimyevî değişime uğrar. Bu iletiler, ilgili beyin lobuna varıncaya kadar, MİLYARLARCA nöron ve sinaptik boşluktan geçerkenmilyarlarca kez (elektrik akımı ve kimyevî reaksiyon gibi) değişikliğe uğrar. Bu ileti veya görüntünün, netliğinden hiçbir şey kaybetmemesi tam bir mucizedir!...
 

Bir başka ifadeyle: Yazmak istendiği anda, beyinden bir elektrik sinyali yola çıkarılır. Çok karmaşık olan, bu milyarlarca ‘değişimli yolculuk’ sırasında sinyal öncelikle hafızaya uğrar ve yazmak istediği harf sembolünü bulur. Oradan ilgili organlara doğru hızla yol alır. Elektrik akımıyla, kasları oluşturan milyonlarca motor uyarılır ve sadece sinyali alan lifler derhal kasılır. Herhangi bir hareketi koordineli yapabilmek için, o hareketle ilgili diğer organlarının konumlarının ve birbirleriyle münasebetlerinin de bilinmesi gerekir. Neyi yazacağımızı; hafızadan bulmak, seçmek, değerlendirmek, kâğıt üzerinde harf sembolleriyle sıraya dizmek ve koordineli hareketler için, bu sinir sistemi üzerinde elektrik sinyalleri her an elektrik hızıyla mekik dokurlar. Bu işlerin tek bir ânı için bile vücudumuzda gerçekleştirilen hesaplamalar yazılabilse, binlerce sayfa tutar. Bu saydıklarımız, saniyenin sadece onda biri kadar kısacık bir zamanda gerçekleştirilmektedir. Biz şimdi o esrarengiz olayı ve TRİLYONLARCA hücreyi düşünerek, trilyonlarla çarparak düşündüğümüzde, tek bir hareketin binde birinin bizim cüz’î irademizle, binde 999’nun Küllî İrade cc. tarafından gerçekleştirildiğini çok net göreceğiz…

Görüldüğü gibi sadece yazmak fiili için, mu’cize kabilinden birbirileriyle irtibatlı binlerce faaliyet gerçekleştirilmektedir. Yazmak fiiline altyapı olarak, enerji hazırlıkları için sürekli gerçekleştirilen, binlerce faaliyetin farkına bile varmıyoruz. Mesela ağzımıza aldığımız ve bize bahşedilen bir lokmanın, biz farkına varmadan midemizde öğütülerek minerallere ayrıldığını ve tam ihtiyaca göre yerli yerine nasıl ulaştırıldığını düşünelim? Karaciğerin ihtiyaca göre 400 ayrı laboratuvar gibi işletildiğini, pankreası, akciğerleri, böbrekleri, kalbimizin binlerce ton kanı nasıl pompaladığını düşünelim. Gözlerimizin nasıl bir esrarengiz mekanizma ile gördürüldüğünü, kulaklarımızın nasıl işittirildiğini ve kütüphaneler dolusu bilginin mercimek büyüklüğünde bir hafızada nasıl depolandığını düşünelim. Bunlara rağmen, “..ben YAZDIM”, “ben yaptım”, “ben gol attım”,  “ben kazandım” vs. diyerek, fiilerimizin tamamını hep kendimizden zannediyoruz. Oysa yukarıda kısaca özetlendiği gibi, bu fiilerin binde 999’u asla tesadüfî değil, Yüce Rabbimizin tasarrufundadır, yani yaptırılmaktadır, YAZDIRILMAKTADIR…

Bu faaliyetler; bizi de kendilerini de tanımayan ve ne yaptığını bilemeyen cansız, kör ve sağır Atomların, mineral, molekül ve hücrelerin işi asla olamaz. Bize sadece İSTEMEK ve KARAR VERMEK düşüyor.  Karar vermemiz, (asansörün düğmesine basmak gibi) basit bir iş, yani %1’ken, Yüce Rabbimizin hissesi, (bizi dileğimiz kata götüren asansörünki gibi) %%99’dur. İnsan bu bakış teknikleriyle değil bir organına, bir uzvuna, bir hücresine, sadece tek bir zerresine dahi baksa, acziyetini görerek ALLÂHÜ EKBER diyecektir...

İşte bu nedenlerle BENCİLLİK, yani başarılarımızı tamamen kendimizden bilmek Yüce Rabbimizin üzerimizdeki tecellilerini hafife almak anlamına geldiğinden, bir nevi suç ve ŞİRK sayılmaktadır. Çünkü binde 999’luk İlâhi tecellilere  ortak olduğumuzu zannetmek, bir nevi ŞİRKTİR. Mevlâna ve Bediüzzaman Hz. gibi zâtlar bunların bilincinde oldukları için, ‘ben yazdım’ yerine “BANA YAZDIRILDI” ifadesini kullanarak, bencillikten ve şirkten kendilerini ‘takva derecesinde’ korumuşlardır. Yanlış yorumlayanlar, vebal altındadır. Vesselâm…

Yazarın Yazıları