A. Raif ÖZTÜRK
  • 01/01/1970 Son günceleme: 01/10/2012 00:11
  • 14.496

Ben bu konunun siyasi veya hukukî boyutunu ikinci plânda tutarak, bu cezalara çok farklı bir perspektiften bakacağım.

Yani, düşüncelerinizi mâneviyat âlemine çekip, aslında gerçek boyutlara odaklamak istiyorum. Çünkü şu fani dünyanın 20 senesi, öyle veya böyle gelîir-geçer.

İnansak da-inanmasak da, düşünsek de-düşünmesek de, hazırlansak da-hazırlanmasak da mutlaka gideceğimiz Âhiret âlemi ise sınırsızdır, sonsuzdur, ebedîdir. Yani, hiçbir zaman bitmeyecektir. O ebedî hayattaki huzur ve mutluluğumuz veya Cehennemi hak edişimiz, buradaki davranış biçimlerimizle şekillenecektir. İşte bu nedenlerle maneviyât ve mukaddesat her zaman birinci planda tutulmalıdır…

Öncelikle; BALYOZ konusuna şu fâni dünya boyutundan bakıldığında bile, önemli bir noktanın gözden kaçırıldığı çok net görülüyor. Malum medya tarafından, mağdur ailelerin ağlamaları ve sızlamaları nazara verilerek, sanki cezaların çok olduğu vurgulanmaya çalışılıyor. Yargıtay’a mahalle baskısı tuzaklanıyor. Sanki, basit bir suça bu kadar ceza verilmiş havasını pompalamaya çalışıyorlar. İnsaf yani…

..Yahu, baklava veya simit çalan çocuklara, yıllarca ceza verilirken sizin aklınız veya adalet anlayışınız neredeydi?

·        Üstelik bu sözde paşalar, baklava veya simit çalmak gibi basit bir suç ile yargılanmıyorlar ki!...

Tamamen netleşmiş belgeleriyle sunulan iddianamede, bir Cuma namazı saatinde, Fatih camiini bombalayarak, ON BİN kişiden fazla insanı katletmeyi karara bağlamış kişiler olarak yargılanıyorlar. Bu suç basit mi?...

·        Halkın yarısından fazlasının tercihleriyle seçilmiş olan bir iktidarı hazmedemedikleri için, halkın vergileriyle beslenip, halkın paralarıyla alınmış tank ve silâhları kullanarak,darbe yapmak üzere suçüstü yakalandıkları için yargılanıyorlar. Bunun neresi küçük suç?...

Şu gerçeği de düşünelim: Ya suçüstü yakalanmasalardı?!...

Kendi itiraflarına göre; ON BİNLERCE masum ve suçsuz kişi öldürülecekti. Yüz binlerce kişiyi de, sadece onlar gibi düşünmedikleri için, (12 Eylül sonrasında ağabeylerinin yaptıkları gibi) işkencelerle ve sürgünlerle, acımadan TEPELEYECEKLERDİ...

·        Bunlar, bu ülkenin imkânlarıyla krallar gibi yaşadıkları halde, nankörlük ederek, kendileri gibi düşünmeyen masum halkı, ACIMADAN TEPELEMEYİ karara almış, gözleri dönmüş kişiler olarak yargılanıyorlar. Eğer hanımları ve yakınları, siyasî veya yakınlık gözüyle bakmadan, ellerini vicdanlarına koysalar, bunların yüzlerine bile bakmazlar, hatta yüzlerine tükürürler…

·        Bunlar, mevcut hükümeti zor durumda bırakmayı hesaplayarak, masum Yunan jetini düşürmeyi, Türkiye ile Yunanistan arasında savaş çıkarmayı ve masum Türk öğrenciler denizaltı müzesindeyken, denizaltı müzesini bombalamayı karara almış kişiler olarak yargılanıyorlar. ..Ve daha neler, neler!!!

Başka; öylesine çok gerekçeler var ki, benim bu günkü konum bunlar olmadığı için, şu dünyevî boyutu kısa keserek, esas vurgulamak istediğim ve çok-çok daha önemli olan manevî bir boyutu nazara vermek istiyorum.

·        Şöyle ki:

20 Sene hapis cezasını duyan sanık yakınlarının mahkeme merdivenlerinde ağlamaları ve bayılmaları dikkatimi çekti. Evet, elbette kolay değil, ancak bundan binlerce kat daha acı ve uzun yıllar sürecek olan Cehennem azaplarını netice verecek cezaları HİÇ düşünmüyoruz. Bu 20 sene hapis cezası Cehennem azabı gibi de değil, tüm sosyal ihtiyaçları karşılanan, konforlu bir istirahattan ibaret olduğunu cümle âlem biliyor.

·        Oysa diğer yandan, her birimizin, evlâtlarımızın veya diğer yakınlarımızın, sadece ‘tek bir vakit namazı terk etmemiz halinde’, 80 SENE Cehennem azabını hak ettiğimiz halde, niçin hiç birimizin kılı bile kıpırdamıyor? (*)  Niçin bu kadar gâfil, rahat ve duyarsız davranabiliyoruz?...

·        Evlâtlarımızın, bu konulara mutlaka hassasiyet göstermesini netice verecek olan, Din, Îman, Kur’ân ve mâneviyat dersleri almalarını, niçin ısrarla teşvik ve talep etmiyoruz?...

·        Orta, lise veya üniversiteye giden evlâtlarımıza; “aman evlâdım dikkat et, kırmızı ışıkta geçme, soğuk içme, üşütme ..” v.b. ikazlarda bulunuyoruz da, “aman evlâdım, sakın namazlarını ihmal etme! Harama nazar etme! Başkasının hakkına göz dikme! ..” v.s. gibi ikazlarda niçin bulunmuyoruz?

·        Aynı hassasiyeti kendimiz ve diğer sevdiklerimiz için niçin göstermiyoruz?

ACABA, 20 sene mi çok? Yoksa (sadece tek bir vakit namaz için) 80 sene mi çok?

Konforlu bir hapishane mi daha ıstırap verici, yoksa yakıtı insanlar ve taşlar olan, dehşetli gürültülerle yanan Cehennem mi?...

·        İşte dostlar, 20 yıl hapis için ağlayanları görünce, ben bu gerçekleri düşündüm. Tüm okuyucularımla da paylaşmak istedim. Herkesin de diğer sevdikleriyle paylaşmalarını diliyorum. İnanmamak, bu gerçeklere asla engel değil, Ebedî saadetlere ve Cennet bahçelerine engeldir…

Önemli NOT: 10 Dakikalık bir namaz mükellefiyetini ihmal cezasını da çok görenler olabilir. Bu kadar çok takdir edilmesinin, çok önemli sebepleri var. Yüce Yaratıcıya tam itaat eden tüm mahlûkatın hukukları devreye girdiği zaman, onları tahkîrden de yargılanılacak. Meselâ ARI, taifesine verilen görevi tam olarak uygularken, insan ise günde 5 vakit namaz kılmayınca, arıya ve diğer (inek, koyun, tüm meyve ağaçları, Güneş, ay gibi) tüm mahlûkata (Yâ Rabbi, bizi bunlar için mi seferber ettin? Oysa onlar senin emrini takmadılar bile! Hakkımızı al onlardan.. v.b.) itiraz hakları doğacak. Bir de; sonsuz, sınırsız ve ebedî bir ömürde, dünyada sadece Cuma kılıp hiç vakit namazı kılmamış mü’min bir kimsenin namaz cezaları (Ömür’ü bulûğ 70 sene X 365 gün X 5 Vakit için ceza 80 sene = 10 220 000 sene azap) çekildikten sonra bile, yine de Cennete sınırsız bir hayat hakkı kaldığı da hesaplanmalıdır. İlâhi adaletten asla şüphe edilmemelidir. Böylesine önemli bir cezayı gerektiren namazlarımızı, her ne pahasına olursa olsun ASLA ihmal etmemeliyiz. Çünkü, sadece tek bir elimizi bile, kaynayan suyun içinde, 10 dakikacık bile tutamıyoruz…

Yazarın Yazıları