A. Raif ÖZTÜRK
  • 01/01/1970 Son günceleme: 17/02/2013 23:11
  • 36.855

Müslümanlar çocuklarına, dört büyük meleklerden Cebrail, İsrafil ve Mikâil isimlerini koyuyorlar da, acaba niçin Azrail ASismini koymuyorlar?

Oysa Azrail A.S.’da en büyük meleklerden birisi olup, diğerleri gibi Yüce Rabbimizin kendisine verdiği ulvî bir emri yerine getiriyor. Hattâ, dehşetli gibi görülen ÖLÜM’ÜN bir nevi nimet, vuslat ve düğün gecesi hükmünde olduğunu idrak edenler bile, bu konudaki görevi yerine getiren o büyük meleğin ismini, çocuklarına koymuyorlar…

“Acaba niçin?” Diye düşünür ve araştırırken, ilginç bazı gerçekler ortaya çıktı.

 

Biraz da tebessüm ve en önemlisi de tefekkür maksadıyla arz ediyorum:

Meselâ: Issız ve tenha bir yerde, biraz da ürktüğünüz bir zamanda, sizinle tanışmak isteyen birine siz; “..ben, …….’ım, tanıştığımıza memnun oldum” dediniz.

O da size mukabelede bulunurken elinizi biraz fazlaca sıkarak ve gözlerinizin içine bakarak;“..BEN DE AZRAİL” ..dediğini bir düşünün, o zaman hâliniz nasıl olur?...

Farz-ı muhal; oğlunuzun ismini Azrail koydunuz. Bu çocuk büyüyünce bir hasta ziyaretine gittiğini düşünün. Kapıda onu karşılayana, içerdeki hasta sesleniyor:

-“Kim geldi oğlum?” Karşılayan kişi hasta yatan babasına cevap veriyor:

-“Azrail geldi baba”… Acaba o hastanın durumu nasıl olur? Bir düşünün…

Bir başka misal:

Resmi kurumlarda bazı evraklar, memurlar tarafından birbirilerine havale edilir.

Siz bir işleminizi tamamlamak üzeresiniz. Fakat son onay veya imza kısmındaki görevli size şöyle söyleniyor:

-“Efendim, sizin bizdeki bütün işlemlerinizi tamamladık. Şimdi sizin işiniz Azrail’e kaldı.”O mutlu haliniz, birden değişmez mi? Oysa Azrail, müdürün adıdır…

Bir başka örnek:

Kızınızı istemeye gelen gurubun sözcüsü, konuşmaya başlar.

“-Efendiiim, yedik içtik. Sebeb-i ziyaretimiz; Azrail için, kızınıza talibiz.”

Evet, bu örnekleri sizler de çoğaltabilirsiniz.

Yaptığım araştırmalarda, sadece Azerbeycan’da tek bir tane Azrail isimli bir kişi olduğunu öğrendim. O çocuğun babasına, Türkiye’den giden arkadaşlarımız sormuşlar:

-“Oğlunuzun ismini niçin Azrail koydunuz?” Cevap çok ilginç ve ibretliktir:

-“ Yıllar önce bana Türkiye’den gönderilen Risale-i Nurları okumak nasip oldu. Bediüzzaman Hz. o eserlerde ölümü ve Azrail A.S.’ı öylesine mantıklı bir şekilde bana sevdirdi ki, o yıllarda dünyaya gelen oğlumun ismini, Azrail koydum…”

-“Herhangi bir tepki aldınız mı?” sorusuna ise şu komik cevabı vermiş:

-“Ben pek tepki almıyorum ama o oğlum artık büyüdü, o bir yere telefon edip ALO BEN AZRAİL diye kendisini tanıtınca; her seferinde, YANLIŞ NUMARA diyerek telefonu kapatılıyormuş.” Dedi…

Konumuz Azrail A.S.’dan açılmışken, Risale-i Nurdan kısa bir pasaj sunacağım:

·        Hazret-i Azrâil (a.s.) kabz-ı ervah (Ruhları alma) vazifesi hususunda Cenâb-ı Hakka münâcât etmiş, demiş:

-"Senin kulların benden küsecekler."  ..Cevaben ona denilmiş:

-"Senin vazifen ile vefat edenlerin ortasında hastalıklar ve musibetler perdesini bırakacağım. Vefat edenler sana değil, belki itiraz ve şekvâ (şikâyet) oklarını o perdelere atacaklar..."

Bu münâcâtın sırrına göre ölümün ve vefatın, ehl-i İmân hakkında hakikî güzel yüzünü (*) görmeyen ve ondaki rahmetin cilvesini bilmeyenlerin küsmeleri ve itirazları Zât-ı Hayy-ı Kayyûma gitmemek için, Hazret-i Azrâil'in (a.s.) vazifesi de bir perde olduğu gibi, sair (diğer) esbaplar (ölüm sebepleri) dahi zâhirî perdedirler.

Evet, izzet, azamet ister ki, esbab perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Fakatvahdet ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden…

Şu son iki cümleye, (yazıldığı zamanın en EDEBÎ ifadeleri olduğu halde, tek parti dönemindeki TDK kadrosunun, lisanımızdaki tahribatı nedeniyle,) bir hayli yabancı kaldık.

Daha doğrusu yabancı bırakıldık, değil mi?

·        Şu son iki cümleyi birlikte tahlil edelim:

Yüce Yaratıcımızın İzzeti ve Azameti, (ölüm v.s. gibi) bazı zorunlu icraatların, akıllarda yanlış yorum ve anlamalara sebep olmaması için, bazı perdelere yönlendirmeye ihtiyaç vardır. Ayrıca, kâinatın Bir TEK ve Celâl sahibi olan Yüce yaratıcısı, bu Esmaların gereği olarak, icraatlarına asla ortak kabul etmez…

·        Şu örnekle tam anlaşılacak inşallah:

Tüm devletlerde Başbakanlar, halkın nazarında hoş karşılanmayan (ZAM veya hürriyet ve nimet kısıtlayıcı kanunlar gibi) zorunlu icraatları, memurlarına veya bakanlara bırakırlar. Böylece, akıllarda o izzet ve azamet için oluşması muhtemel bir art düşünce, başka mecralara kaydırılmış olur.

Halkın nazarında celâlini ve rakipsizliğini gösteren icraatlarını (mesela; önemli tesislerin açılışlarını veya hamle projelerini) ise bizzat kendileri açıklarlar. Memurlarına asla bırakmazlar...

Sanırım Azrail (A.S.) konusu daha iyi anlaşıldı…

(*) NOT: Ölümün güzel yüzü tek değil, çoktur ve muhteliftir. Yani, Mü’min kişilerin Dünya zindanından, Cennet bostanlarına ve saraylarına bir sevkiyat olması bir gerçek ve nimet olduğu gibi, aile bireylerinin iki nesilden fazla dünyada tutulmaması da ayrı bir nimettir. Sadece yaşlı babanızı değil, iki nesil daha yaşlı dedelerinizin ve ninelerinizin, ailenizde bakıma muhtaç yaşamalarını bir düşünüz. Ailelerinde sadece tek bir yaşlı, hastalıklı, sürekli bakıma muhtaç kişilere, hallerini bir sorun bakalım, sizlere neler söyleyecekler!

·        Bizzat yaşadığım çok ilginç ve ibretlik bir olayı arz ederek yazımı noktalayacağım:

Yıllardan beri felçli olan ve sürekli altı bezlenen bir hasta komşumuza ziyarete gitmiştim. Pek tabiidir ki hastalar için söylenmesi gereken; “Geçmiş olsun, Allah c.c. âcil şifalar versin”duasında bulundum. Hastanın bizzat en yakını, yani eşi hiddetlenerek, bana ne dedi biliyor musunuz? Yemin billâh söylüyorum:

-“Ne şifası hocam! Allah bunu ne yapacaksa yapsın artık!...” ..dedi…

Sevgili dostlar, bu sabırsızlık ve isyan da elbette çok fazla ama başına gelmeyen bilemez.

Ölümün bir Nİ’MET olduğu hakkında çok belgeler vardır. Şu tek nesil ile dahi, yaşlı ana-babalarına tahammül edemeyip, isyan vartasına düşen ve Cehennemi hak edenlerin sayısı hiç de az değildir. Bir de ölümün hiç olmadığını düşünebilir misiniz?...

·        Ölümden ürkmek ve korkmak yerine, ölümü arzu edecek, sabırsızlıkla Rabbimize ve O’nun c.c. Habibine (SAV) kavuşacak şekilde Âhirete hazırlanmalıyız.  Çünkü, Alâkillihâl hepimiz ÖLECEĞİZ. Vesselâm…

Yazarın Yazıları