A. Raif ÖZTÜRK
  • 01/01/1970 Son günceleme: 18/01/2015 23:11
  • 5.591

Önce benim gibi düşünen ve inandığı gibi yaşamaya çalışan azınlığa, sonra da bu azınlığın haricinde kalan insanlara bakıyorum da, çok şaşırıyorum. Bazen hayretler içinde kalıyordum. Şu soruları hiç kimseye soramıyordum ama kendi kendime düşündüm, bugün paylaşacağım.

  1. Acaba şu koca kâinat, sadece beni ve şu bir avuç insanı sınamak için mi kuruldu? Geri kalan çoğunluk, bizleri sınamak için yaratılmış masum figüranlar mı acaba?
  2. Acaba bunlar niçin çok rahatlar ve niçin başıboşmuş gibi yaşıyorlar?
  3. Acaba sadece ben ve şu bir avuç inanmış insan mı ahirete sevk edileceğiz? Diğerleri, niçin dünyada sürekli kalacaklarmış gibi davranıyorlar?
  4. Acaba bizler, ayrı dünyaların insanları mıyız?

Bunları ve benzer soruları düşünürken, inanınız ki kesinlikle “acaba ben mi yanılıyorum? Ben de onlar gibi davranamaz mıyım?” diye hiç düşünmedim çok şükür. Düşünemezdim de!

  • Çünkü; benim öğrendiğim gerçekler, öyle sıradan insanlardan değil, düşmanlarının bile “en doğru sözlü insan, en güvenilir insan, tek bir kere dahi yalan söylemeyen insan” dediği, Hz. Muhammed’ül Emîndendir. SAV.

..Ve O’nu da SAV, bizleri ve şu kâinatı da yaratan Yüce Allah c.c. konuşturuyordu.

Mü’min S. 79. Âyette: “..Hiçbir peygamber Allah'ın izni olmaksızın, herhangi bir ayeti kendiliğinden getiremez.”.. Buyruluyor.

  • İşte bu nedenle de kılavuzumuz Hz. Muhammed SAV olduktan sonra “asla yanılmış olamam” diyorum…

Bugün niçin bu kadar hüzünlüyüm ve niçin bu konuyu seçtim, arz edeyim:

  • Şu geçtiğimiz Ramazanda, çok çeşitli yerlere iftarlara davet edildim. İmkânlarım nispetinde ve müsait olduğumda, çoğuna da gitmeye çalıştım. Ancak, birçoğunda hayal kırıklığına uğradım.

Şöyle ki: Her Müslüman’ın bildiği gibi, iftara yarım saat kala sofra hazırlıkları yapılırken, diğer yandan ulvî sohbetler yapılır veya TV’lardaki Kur’ân-ı Kerimler, mealleri, kasideler-ilahiler ve sohbetler dinlenir. İftara 3-5 dakika kala da sofraya oturularak, o açlık ve susamışlık hissinin verdiği bir hazla, bizlere bahşedilen nimetlere bakarak, İkrâm eden Mün’im-i Hakîkî  tefekkür edilir ve kendisine şükürler edilir. Sofrada bulunan saygıdeğer ilim erbabını, konuşmaya sevk ederek, anlattıkları huşû ile dinlenir. Ezan okunmaya başlayınca, yani tüm nimetlerin gerçek sahibinin “BUYRUNUZ, YİYİNİZ” emri verilince, huşû içinde dualar edilir ve “Allâhümme lekesümtü ve bike êmentü, tevekkeltü vealârızkuke iftartü” diyerek oruç açılırdı. Bu sene ben iftar sofralarında, hep izlemeyi tercih ettim.

  • İnanınız ki, iftara birkaç dakika kala bile, bazılarında televizyonlar maçlar için açıktı. Bir yandan maç izlenirken, diğer yandan bilindik heyecanlı yorumlar tartışılıyordu.
  • Bazılarında haberler için açık olup, yine sıradan ve siyasi yorumlar yapılıyordu.
  • Bazılarında TV kapalıydı, fakat araba markaları ve modellerinin tartışması veya siyasî gündem, o olması gereken ulvî havaya fırsat tanımıyordu.

“Bu kadar da sessiz kalmamalıyım” düşüncesiyle, birkaç kez İFTAR muhabbeti açmaya çalıştım. Âdetâ; “Havamızı bozma, ne güzel konuşuyoruz” der gibi anlamlı bakışlarla, kestirme cevaplar verip, bir dakika içinde demagoji yoluyla başka konular açılıveriyordu. Bu durumlara üzüldüğüm için, ısrarlı davranamadım ve bu garabetleri izlemekle yetindim.
 

İftarlardan sonra ise bir kısmı “duman zehirlenmesi gecikmesin” diye kalkıyor ve çeşitli kuytulara gidiyorlardı. Zoraki sofra duası yapmaya çalıştığımda, “yine n’oldu” der gibi bakışlarla dinlemeye çalışıyorlardı. Cemaatle akşam namazı kılabilmek için yaptığım teklifler, “aptesimiz yok (!), biz sonra kılarız, bizim hemen çıkmamız lâzım, sen kılıver, bize de dua et..” gibi basit cevaplarla ya sonuçsuz kaldı. Veya 20-30 kişiden, 1 veya 2 kişi namaz kıldı…

 

Bakınız tekrar hatırlatıyorum, bu topluluk sokaktan rast gele gelip-geçenlerden oluşmuyordu. Gayrimüslim de değillerdi. Allah cc. adına (!) oruç tuttuğu için, iftara gelmiş kişilerdi bunlar. Ben şaşırdım kaldım ve kendi kendime şu soruları sormaya başladım.

  • Acaba bu durum ne kadar normal?
  • Böyle bir Müslümanlık, hangi kitaplarda var?
  • Müslüman’ları İslam’dan, böylesine koparan ve başkalaştıran sebepler nelerdir?
  • Acaba ben mi fazla ileri gidiyorum?
  • Acaba ben veya benim gibiler mi farklı bir dünyanın adamıyız?

..Ve bu sorulara cevap aramaya başladım.

İlk aklıma gelen İ.Şafi Hz.’nin şu “SEN HAK İLE MEŞGÛL OLMAZSAN, BÂTIL SENİ İŞGÂL EDER”  vecîz sözü, sorularıma ışık tutmaya başladı.

 

Peki, bundan sonrasını birlikte düşünelim; bâtıl bizleri işgâl ettiğine göre, “..bizleri Hak ile meşgûl olmaktan alıkoyan sebepler nelerdir?”

Ben birkaç sebep sayayım, sizler eklemeler yaparsınız.

  1. Ailemizi geçindirmek için çalıştığımız işler.
  2. Okul hayatı ve ders çalışmalar.
  3. Televizyon, internet v.s. ..meşguliyetler.
  4. Futbol, basketbol, voleybol v.b. ..diğer meşguliyetler.
  5. Çoluk çocuğumuz için yaptığımız çalışmalar.
  6. Çarşı, Pazar, market, Pazar v.s. ..meşguliyetler.
  7. …..

..Dikkat ettiyseniz, haram, muzır ve gayrimeşru meşguliyetleri almadım.

Tam bu noktada, bir genç tarafından şu “hocam, basket oynamak günah mı?” sorusuna, H.İhsan Kasım hocamızın müthiş cevabı aklıma geldi.

-Kardeşim sen lise öğrencisisin, değil mi? Bir gün sonra ciddi bir sınavın varken, bir arkadaşın sana gelse ve “gel basket oynayalım” dese, sen ne yaparsın?

Genç cevap verdi: “Şimdi sırası değil, çok önemli bir sınavım var,” derdim.

Hocamız müşfik bir sesle:

-Kardeşim, bizler her ân çok ciddi bir sınavda değil miyiz? Her sayfamızın (yani dakikamızın veya saniyemizin) hesabını verecek değimliyiz? Bu sınavımızın neticesine göre yâ ebedî Cennetler veya ebedî Cehennem azapları bizleri beklemiyor mu? Üstelik de her insanın şu kısacık ömründeki sınavının asla tekrarı da yok, değil mi? ..burada genç araya giriyor ve şöyle konuşuyor.

-Evet hocam, çok iyi anladım. Hatta kafamdaki diğer sorularımın bile cevaplarını aldım. Allah cc. sizden razı olsun… ..diyordu.

NETİCE: Kendimizi Bâtıla işgal ettirmemek için, her zaman HAK ile meşgûl olmak zorundayız…

Yazarın Yazıları