Ekrem VANLI
  • 01/08/2015 Son günceleme: 07/01/2015 23:11
  • 7.254

İslam’ın ortaya çıkışından itibaren tarihin, Doğu ve Batı ya da Müslüman Dünyası ve Hıristiyan Dünyası olarak kurgulanan iki dünya arasında askeri, siyasi, ekonomik, dini ve sosyo-kültürel çekişmelere sahne olduğu bir gerçektir.

Bu çekişmelerin tarihten gelen korkuları sürekli diri tutma ve yeni şartlar altında yeni korkuların ortaya çıkması noktasında önemli bir etkiye sahip olduğu söylenebilir.

Günümüzde ise gerek tarihten gelen korkuların ve gerekse son yıllarda yaşanan terör olaylarının demokrasi ve insan haklarının beşiği olarak kabul edilen Batı dünyasında Müslümanlara karşı var olan ön yargıları iyice pekiştirdiğini ve gün yüzüne çıkardığını görmekteyiz. Bu ön yargıları besleyen bir başka unsur da Müslümanların kendi Dünya görüşü ve geleneksel yaşam tarzlarıyla artık Batı toplumlarının sosyal yapıları içinde kendilerine statü edinme çabalarıdır. Zira Müslümanlar artık Batı’da “konuk işçi” statüsünde olmayı reddetmekte ve kendilerini bulundukları ülkenin bireyleri olarak algılamaktadırlar.

Bu ise onların toplum içindeki görünürlüğünü artırmaktadır. Bu durum beraberinde Batı’nın, özellikle de Müslümanlar söz konusu olduğunda, alışık olmadığı yeni ve fakat zorunlu bir birlikte yaşama tecrübesinin ortaya çıkmasını da kaçınılmaz kılıyor.

Müslümanlara karşı 1990’lı yıllardan itibaren gelişen ayırımcılık, dışlama ve fiziki saldırılar da giderek artmıştır. Özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra ABD’de artmaya başlayan Müslüman karşıtlığı, ardından Almanya, Avusturya, İngiltere, Hollanda ve Fransa gibi Avrupa ülkelerde de giderek yayılmıştır. Avrupa ülkelerinde yapılan anketler İslamofobi olarak adlandırılan bu kaygı verici gelişmelerin son yıllarda daha da arttığını göstermektedir. Dolayısıyla günümüzde Avrupa’da adeta bir salgın haline gelen İslamofobinin ortaya çıkışı ve yükselişinin arka planındaki etmenlerin doğru tespit edilmesi büyük önem taşımaktadır.

Avrupa ülkelerinde yapılan kamuoyu yoklamaları, bu ülkelerde yaşayan Müslümanlara karşı bir ayırımcılık ve nefretin yayıldığını göstermektedir. Avrupa Birliği’nin 27 ülkesinde 23,500 kişi üzerinde kapsamlı bir araştırma yapan ‘European Union Agency for Fundamental Fights’ (FRA) yayınladığı bir ankette bu ülkelerde yaşayan her üç Müslüman’dan birinin sadece son bir yılda mutlaka ayırımcılıkla karşılaştığını ve her on Müslüman’dan birinin de saldırı veya aşağılanmaya maruz kaldığını göstermektedir. Ankete katılan her dört kişiden biri ise son 12 ayda polis tarafından kontrol edildiğini belirtmektedir. Bunların yüzde 40’ı maruz kaldıkları bu ayırımcılık ve saldırıların sebebini kültürel kökenlerine bağlamaktadır. Yaşadıkları ülkenin vatandaşı olan Müslümanların yüzde 27’si ayırımcılığa uğradığını belirtirken, vatandaş olmayanlarda bu oranın yüzde 41 olduğu görülmektedir. ( EU-MIDIS, “Enquête de l’Union européenne sur les minorités et la discrimination” ,http://fra.europa.eu/sites/default/files/fra_uploads/663-FRA 2011_EU_MIDIS_FR.pdf,10.01.2013)

Merkezi Washington’da bulunan PEW Araştırma Merkezi’nin dini temel alarak dünyadaki nüfus artışını analiz ettiği “Küresel Müslüman Nüfusun Geleceği: 2030 Öngörüsü” raporunda “20 yıl sonra her dört kişiden biri Müslüman olacak” denilerek Hıristiyan dünyası uyarılmaktadır. Rapora göre; Avrupa’da 2010 yılında 44 milyon olan Müslüman nüfusun 2030 yılında 58 milyona çıkması beklenmektedir. Müslümanlar 2010 yılında Avrupa nüfusunun yüzde 6’sını oluştururken, 2030 yılında bu oranın yüzde 8’e ulaşması tahmin edilmektedir. Müslümanlardaki nüfus artışının daha yüksek olduğu vurgulanan raporda, gelecekte Müslümanların Avrupa’daki toplam nüfusun yüzde 10’unu oluşturabileceği kaydedilmektedir. Belçika’da Müslüman nüfusun artışı yüzde 6’dan yüzde 10,2’ye çıkarken, Fransa’da yüzde 7,5’tan yüzde 10,3’e çıkmaktadır. Almanya’ya bakacak olursak, ülkede yaklaşık 4 milyon 100 bin Müslüman yaşamaktadır. 2030 yılında Almanya’daki Müslüman sayısının 5 milyon 500 bine yükseleceği öngörülmektedir. (PEW, “The Future of the Global Muslim Population Projections for 2010-2030”, Analysis, January 27, 2011, http://www.pewforum.org/The-Future-of-the-Global-MuslimPopulation.aspx, 10.01.2013)

Bu tür anket ve araştırmaların sık sık yapıldığı Avrupa’da göçmenler, özellikle de Müslüman göçmenler bir tür tehdit olarak işaret edilerek bunlara yönelik bir kuşku ve korku oluşturulmaktadır. Kitle iletişim araçları ile yayılan bu korkular toplumda bir İslam karşıtlığının yükselmesine neden olmaktadır. Özellikle göçmenleri siyasi malzeme olarak kullanan muhafazakâr, popülist ve aşırı sağcı siyasi partiler içerisinde yaygın olarak dillendirilen İslam karşıtlığı ve Müslüman düşmanlığı gittikçe artmakta ve kaygı verici boyutlara varmaktadır.

Zira ekonomik krizle birlikte artan işsizlik ve güvenlik sorunundan Müslüman göçmenleri sorumlu tutan bu siyasi çevreler, İslam karşıtlığı ve Müslüman düşmanlığını sürekli bir propaganda aracı olarak kullanmakta ve bu yolla oylarını arttırmaktadırlar. Bu siyasi partiler sadece göçmenlere ve Müslümanlara karşı değil aynı zamanda Avrupa Birliği’ne karşı da propaganda yaparak milliyetçi hatta ırkçı görüşler yaymaktadırlar. Avrupa Birliği ülkelerinde son yıllarda yapılan seçimlere baktığımızda Avrupa’daki aşırı sağcı, milliyetçi, popülist, göçmen ve Müslüman düşmanı partilerin önemli oranda oylarını arttırarak siyasi aktör haline geldiği görülmektedir.

Amerikalı yazar, Pennsylvania Üniversitesi profesörlerinden Walter Mc Dougall, ‘Avrupa 21. yüzyılda ayakta kalabilecek mi?’ başlıklı makalesinde, Avrupa’nın bir oldu bittiyle İslamlaşacağını öne sürüyor. Mc Dougall’a göre artık Avrupa’nın, medeniyet, kültür ya da nüfus olarak İslamlaşmanın önüne geçebilmesi mümkün değil. Amerikalı profesör, Avrupa ülkelerinde Müslümanların artan nüfus oranlarına dikkat çekiyor, buna karşın Avrupa ülkelerinde doğum oranlarının giderek azaldığını vurguluyor.

Amerika’da, Avrupa ve İslam konusunda yeni yayımlanan bir başka çalışma ise Alman yazar Udo Ulfkotte’nin ‘Avrupa’da Kutsal Savaş’ başlıklı kitabı. Ulfkotte çalışmasında, Avrupa’nın İslamlaşması konusunda karanlık bir tablo çiziyor. Yazarın görüşleri Avrupa’da bazı çevreler tarafından İslam korkusunu ve İslam’a karşı ön yargıları körüklediği gerekçesiyle eleştirilmişti. Amerika’da öne çıkan yorum ise Alman yazarın cesur bir çıkış yaptığı şeklinde.

Avrupa’daki İslam karşıtı söylem ve gösterilerin sebeplerini veriler doğrultusunda açıklamaya çalıştık.

Dünyada tek boyutlu, çatışmacı ve ötekileştiririci seküler Batı kültürünün insanı, toplumu, tabiatı tahrip ettiği ve diğer kültürlere hayat hakkı tanımadığı kolaylıkla anlaşılacak ve İslâm’ın herkesi nasılsa öylece kabul edeceği küresel bir barış ve adalet düzeninin tesis edeceği bir dünyanın inşasının, dolayısıyla dünyanın hızla Müslümanlaşmasının önü kendiliğinden açılmış olacak.

İslamofobinin altında yatan temel neden budur..

Yazarın Yazıları