A. Raif ÖZTÜRK
  • 12/12/2015 Son günceleme: 12/12/2015 19:13
  • 4.747

Mâlumunuz olduğu gibi, Âlemlere Rahmet olarak gönderilen yüce Peygamberimiz SAV, "Âlimler benim varislerimdir..." ..buyurmuştur.

Onun SAV, en önemli vârislerinden olan Bediüzzaman Hz. ise gençlik yıllarında, “Kırk sene ömrümde, otuz sene tahsilimde, yalnız dört kelime ile dört kelâm öğrendim” diyerek, 30 sene tahsilinde öğrendiklerini süzmüş ve dört altın damla ve hatta dört altın külçe olarak bizlere hediye etmiştir.

Gerçekten, Altınlardan da çok kıymetli olan bu dört kelimeyi, bugün sizlerle birlikte mütâlâa edeceğiz, inşallah. Bunlar: Mâna-yı harfî, Mâna-yı ismî, Niyet ve Nazardır...

  • Bendeniz Risale-i Nur tahsilimi askerliğimden sonra, iş hayatım ile birlikte devam ettirmeye çalıştığım için, o günkü meşguliyet yoğunluğum nedeniyle, bu konuyu anlamakta çok zorlanmıştım. Öyle yâ, kıymetli şeylerin, bedeli de yüksek oluyor. İşte bu nedenle bugün, şu çok önemli konuyu, hem gençlerimiz, hem de Risale-i Nura yeni başlayan kardeşlerimiz, benim gibi zorlanmasınlar diye seçtim…

 

Mâna-yı harfî; lügat ilmi itibariyle, başkasının manasını göstermek, başkasının bilinmesine hizmet etmek anlamını taşır.

Mâna-yı ismî; ise bir şeyin kendi şahsına ve zatına bakan cihetini ifade eder.

Niyet, herhangi bir faaliyetimiz hakkındaki, gerçek maksadımız.

Nazar; ise olaylara ve mâsivaya (Allahtan cc gayri, yani Kâinattaki her şeye) bakış açımızdır.

Bunları tek tek örneklerle açıklamaya çalışacağım. Rabbim muvaffak eylesin.

Mâna-yı harfî ile bakmaya birkaç örnek:

  1. Edirne’deki Selimiye camiine bakarken, o muhteşem eserin sanatkârının ilmini, mühendisliğini, üstün ve ulaşılmaz kabiliyetini düşünerek, bu bakış Mimar Sinan’ı görebilmek için bakmaktır…
  2. Bir robota bakarken, o robotun yaptığı işlere değil de o robotun üzerindeki sanatın arkasındaki mûcidini ve mühendisini görebilmek için bakmaktır.
  3. Bir ağaca bakarken, onun cinsine ve özelliklerine değil de, küçücük bir tohumdan o ağacı bu hâle getiren yüce planlayıcıyı, o sınırsız İlmi, o muhteşem Rezzâkiyeti ve Rahmeti, kısaca o Yüce Kudreti yani Allah’ı c.c. görebilmek için bakmaktır.
  4. Bir bebeğe bakarken, o bebeğin mavi gözlerine, siyah saçlarına, kilogramına değil. O bebeğin 23+23 kromozomlu iki ayrı hücreden tek hücreye, o hücreyi milyarlarca kez bölerek büyüten, bir damla su, et, alâka, mudga (v.s.) gibi safhalardan geçirerek, böyle bir eser haline getiren O yüce yaratıcıyı daha iyi tanımak için bakabilmektir.

Mâna-yı ismîye ye birkaç örnek:

  1. Yine; Edirne’deki Selimiye camiine bakarken, o muhteşem eserin enine, boyuna, yüksekliğine, taş cinslerine ve dokularına bakmak. Selimiye camiinin yaşına, mukavemetine veya akustiğine bakmaktır.
  2. Bir robota bakarken, o robotun yaptığı işlere, malzemesine, ağırlığına v.s. özelliklerine bakmaktır. Yani, mucidini hiç düşünmemek ve takdir etmemektir.
  3. Bir ağaca bakarken, onun cinsine, boyuna, yaşına ve özelliklerine bakmaktır. Yani, o ağacın hem meyveleriyle, hem gölgesiyle, hem oksijen fabrikası olarak hizmetimize sunan Yüce Yaratıcıyı görememektir.
  4. Bir bebeğe bakarken, o bebeğin mavi gözlerine, siyah saçlarına, kilogramına, kime benzediğine veya ebe ve doktoruna bakmaktır. Yani onu bin bir mucizeler içinde yaratan O Yüce Kudreti görememektir.
  • Bu iki farklı bakış acaba niçin çok önemli ki, koskoca Bediüzzaman Hz. bu iki bakışa kadar vurguluyor? İşte esas can alıcı nokta burasıdır…

Eğer insan mâsivaya (yani Kâinattaki her şeye) Mâna-yı ismî ile bakarsa, bu bakış materyalist bir bakış olduğundan, ebedî hayatımızdaki saadet ve mutluluk anahtarı olan ÎMANIMIZI söndürmeye kadar götürebilir. Eğer mâsivaya (yani Kâinattaki her şeye) Mâna-yı harfî ile bakılırsa, hem bir saati bir senelik nâfile ibadetten daha hayırlı bir ibadet sevabı kazandırır. Hem, kâinattaki her şeyi, O yüce Yaratıcıyı gösteren aynalar olarak görür ve her şeye baktığında çok büyük lezzetler alır. Hem de ebedî hayatımızdaki saadet ve mutluluk anahtarı olan ÎMANIMIZI kemâle erdirir.

Tek cümle ile özetleyecek olursak Mâna-yı ismî ile bakış bir GAFLET, Mâna-yı harfî ile bakış ise hem bir İBADET hem de İMAN TEKÂMÜLÜDÜR…

Şimdi diğer iki altın kelime olan NİYET ve NAZAR’A bakalım.

Bu iki kelime Günahları veya gafleti sevaba, sevapları da günaha çevirebiliyor.

  • Niyet’e; herhangi bir faaliyetimiz hakkındaki, gerçek maksadımız, demiştik.

Yani insan günlük hayatında, her hareketinde Sünneti seniyyeyi düşünür ve o niyetle iş görürse, her dakikasını İBADETE çevirebilir. Şöyle ki:

  1. Su içerken, Allah cc. Rasûlü şöyle yapardı niyetiyle çömelir, besmele çeker, sağ eliyle, üçer yudum ve üç bölüm halinde içerse, bu sıradan su içme hareketi GAFLETTEN, İBADETE dönüşüyor. Kişiye bol bol sevap kazandırıyor.
  2. Yatmaya hazırlanırken yine, Allah c.c. Rasûlü şöyle yatardı niyetiyle, önce dualarını okur, sonra sağ elini sağ yanağına yapıştırıp, sağ tarafına yatarsan, bir de sağ dizini karnına doğru çekersen, bu sıradan ve gafletle yatış yerine, teheccüde kadar veya sabah namazına kadar İBADET sevabı kazandıracaktır.
  3. Ticaret hayatındaki dürüstlüğü, alışverişteki iktisatçılığı, yolculuklardaki prensipleri hep ilâhi fermanlara ve Peygamberimizin sünnetine göre ayarlamak NİYETİYLE icra edersek, gafletten İBADETE terfi etmiş oluruz.
  4. Niyetin, sevapları günaha çevirmesi ise ister sadaka veya zekât verin, ister Kurban kesin, ister hacca gidin veya isterseniz beş vakit namaz kılın, eğer niyetiniz Allah c.c. rızası değil ise yani, “cömert, iyi, güvenilir insan” desinler diye ise günah işlermiş olur…

 

Nazar’a; ise olaylara ve mâsivaya (yani Kâinattaki her şeye) bakış açımızdır, demiştik.

Bu bakış açımız yani NAZAR, niyetteki gibidir fakat daha da önemlidir. Şöyle ki:

Kâinattaki bütün olayları veya musibetleri, meselâ DEPREMİ, eğer sadece “fiziki açıdan, fay hattı kırılmalarına, yer kabuğuna ve altındaki boşalmalara bağlarsak”, Yüce Yaratıcımızın tasarrufatını ikinci plana atarsak gaflet ve dalalet olur. Kaderi inkâr, bile sayılabilir...

Bu durumlarda Allahın cc. Tekvînî ve Teşrî-î olmak üzere iki çeşit kanunlarını hatırlamak zorundayız. (Bu konu başlı başına ciddi bir konu olduğu için başka bir yazıda arz edilecek.)

Eğer bu tür musibetlerdeki bakış açımız yani nazarımız, “bu musibet başımıza, Tekvinî kanunlara aykırı olarak deprem bölgesi olduğunu bile bile buralara ZAYIF bina yaptığımız için bunlar başımıza geldi” düşüncesiyle bakmak. Veya, “acaba Yüce Rabbimizin gadabını celp edecek ne günahlar işledik?” düşüncesiyle değerlendirmek ise İBADET hükmüne geçecektir…

Yani, bu dört altın kelimeler ihmal edilirse bizleri, yâ GAFLETE veya KÜFRE götürebiliyor. Veya İmanımızı kemale erdirerek, bizleri ebedî saadetlere ve Cennete lâyık hale getiriyor…

Yazarın Yazıları