Sinan KAVRAKOĞLU
  • 01/01/1970 Son günceleme: 31/03/2010 00:11
  • 20.265

25 Aralık 1995 yılında yapılan erken genel seçimler 1984 yılında başlayan sağın yükselişinin tesadüf olmadığını göstermesi açısından önemli bir milat oldu. Demokrasi sicilimizi kara lekelerle dolduran gelişmelerin de eşiğidir 95 seçimleri. Ekonomimizin dip yaptığı, hortumların hücrelerimize kadar nüfuz edip doğmamış çocuklarımızı bile borçlandıran, anayasa kitapçıklarının suratlarda patladığı sürecin de başlangıcıdır bu seçimler...

25 Aralık 1995 tarihli genel seçimlerde Refah Partisi yüzde 21 oranında oy alarak birinci parti çıkmış, DYP ve ANAP’ın toplamı yüzde 20’yi ancak bulabilmişti. CHP barajı zorlanarak aşarken,Ecevit’li DSP yüzde 13’le nispi bir başarı elde etmişti.

Bu sonuçlar belli bazı kesimlerde ciddi bir hoşnutsuzluğa yol açarken Çoban Sülü’nün tüm çabalarına rağmen DYP-ANAP ortaklığına dayalı hükümet girişimleri akamete uğramış, son tahlildeÇiller’li DYP ile Erbakan’lı RP hükümeti 1996 yazında, seçimlerden neredeyse 6 ay sonra,Refahyol Hükümeti olarak kurulabilmişti.

Seçkinlerin (!) bu hoşnutsuzluğu sonrasında aktörler ve figüranlar yazılan senaryonun perdelerini yavaş yavaş sahnelemeye başlamıştı bile. Bu öyle bir dönem ki, asker MGK üzerindenCumhurbaşkanı Demirel’in engin (!) devlet tecrübeleriyle seçilmiş meşru hükümete bile politika dayatmış ve maalesef bunda da başarılı olmuştu. MGK tarafından 28 Şubat sürecinden sonra oluşturulan Başbakanlık Takip Kurulu ve 28 Şubat’ın fitilini ateşleyen, yüz binleri fişleyen, zulmün öteki adı, sistemin gayri meşru çocuğu Batı Çalışma Grubu yüz karaları olarak demokrasi tarihimizdeki yerini almıştı.  

Rusya’da Yeltsin tank üzerine çıkarak demokrasi mücadelesi verirken, Sincan’da tanklar aynı demokrasiye balans ayarı yapıyordu. Ve dönemin Ana muhalefet Partisi Lideri Mesut Yılmaz“bu hükümet gitmezse darbe olacak” diyerek darbecileri cesaretlendirmiş, meşru zemine taşımıştı. Galiba bu ülkenin ana muhalefetinde ciddi bir tarz sorunu var...

28 Şubat denince Başbakanlıkta yemek hadisesi, Taksim’e cami talebi, Ramazan Ayı’ndamesai saatlerinin iftar vakitlerine göre ayarlanması, Sincan’daki Kudüs GecesiAli Kalkancı,Müslüm Gündüz ve Fadime Şahin’i anımsıyoruz. Bunların böylesi bir kalkışmaya yol açabilecek denli önemli olaylar olup olmadığını bir kenara koyalım. Zira bu gün birçok ciddi analizci ve kurumFadime ŞahinMüslüm Gündüz ve Ali Kalkancı’yı “sürecin bir parçası olan figüranlar” diye adlandırıyor.

Nedense hiç kimse sürecin tarihin en büyük yolsuzluk ve hortumlamalarına zemin hazırladığını konuşmadı ve konuşmuyor. Siyaset ve ekonomi, tarihin hiçbir döneminde bu denli iç içe girmemişti. Bu girift ilişkiler yumağı sonucunda oluşan zafiyet devletin kaynaklarına ulaşmak adına 28 Şubatsiyasetini destekleyen belli bazı kesimlerin MGK’ya destek vererek ekonomik kaynakları adeta yağmalamasına yol açtı. 28 Şubat perdesi altında inanılmaz ölçüde hortumlamalar ve yolsuzluklar yapıldı. Sistemin totaliterleşmesi bu rant mekanizmasının işlemesine uzunca bir dönem zemin ve imkan sağladı. Halen bu dönemde yapılan yolsuzlukların faturalarını ödüyoruz.  

28 Şubat süreci 13 yaşındaki başörtülü yavrularımızı devletin copu ve postalıyla tanıştırmıştır. Ülkemizin en başarılı üniversite öğrencilerinden birçoğu bu zulümden dolayı ülkesini terk ederken, onlar kadar şanslı olmayan on binlerce kız çocuğu Allah’ın emri olan başörtüsünü lise ve üniversite eğitimine, yani istikbaline tercih etmek zorunda bırakılmıştır.

Bu öyle kahrolası bir süreç ki, üniversitede okumaya çalışan yavrularımıza başlarını açtırmak için“İkna Odaları” bile kuruldu. Hele dönemin İstanbul Üniversitesi Rektörü (Çağımızın EbuLeheb’iKemal Alemdaroğlu’nun zulümleri... Görevden alınması ve Ergenekon davasından yargılanışı yaktığı canlardan akan  gözyaşlarının bir tek damlasına kefaret olabilir mi acaba?

En büyük zararı öğrenciler gördü bu süreçte. Refahyol hükümetinin sona ermesinden sonraANASOL-D hükümeti büyük bir hızla örtülü cuntanın aldığı yüzkarası kararların uygulayıcısı oldu.İmam Hatip Liseleri’nin orta bölümleri kapatılmakla kalmadı birçok İHL de bu zulümlerden nasibini aldı. Üniversite sınavlarında katsayı uygulaması başlatılarak İHL mezunlarının istedikleri üniversitelerin istedikleri bölümlerine girmelerinin önü kesildi. Hemen ardından da uygulamaya konulan üniversitelerde başörtüsü yasağı tek parti dönemine rahmet okutacak türden zorbalıklardı. Zira o süreçte gerek askeriyede gerekse devlet kademelerinde görev yapanlar fişlenmiş, on binlerce insan namaz kıldığı için, oruç tuttuğu için, Kur’an-ı Kerim okuduğu için, başörtüsü taktığı için; kısaca dinimiz İslam’ı yaşamaya çalıştığı için dışlandı, işten çıkarıldı, aşağılandı, aç bırakıldı. Başka kurumlarda işe girmelerinin bile önü kesildi... Çocuklarımızın 5. sınıfı bitirinceye kadar, tatillerde dahi resmi Kur’an kurslarına gitmelerinin yasaklanması da bu döneme denk gelir.

Bu dönemde YÖK tarafından İlahiyat Fakültesi mezunlarının öğretmenlik hakları ellerinden alınmış,Türkiye dışında İlahiyat Fakültesi bitirenlerin tamamının diplomalarının geçersiz sayılmasına karar verilmiş ve yüzlerce öğretmenin görevine bir çırpıda son verilmiştir.

Yüksek Askeri Şura kararlarıyla onurlu, çalışkan, son derece donanımlı ve bilgili, yetişmiş binlerce subay ve astsubay ya eşleri başı örtülü olduğu için, ya namaz kıldıkları ya da oruç tuttukları için ordudan ihraç edilmiş, şehit edilen Mehmetçiklerimizin cenaze törenlerinde saf tutup cenaze namazı kılmak bile ihraç sebebi olmuştur.

Düşünün ki cenaze namazları şehit yakınlarının tepki gösterme ihtimaline karşı Genel Kurmayizniyle kılınmaya başlamıştır. Ne acı!

“Merkezi ezan” ve “merkezi vaaz” uygulaması da bu dönemde başlamış, birçok camide ezan ve vaaz yasaklanmıştır. Tüm din görevlilerinin Milli Güvenlik Akademisi tarafından brifinglere tabi tutulması da 28 Şubat darbesinden sonra kurulan ANASOL-D hükümeti dönemine denk gelir.

Bütün bunları neden mi hatırlattım?

O zamanlarda birisi çıkıp, “bu kaos ve istikrarsızlığın sonucunda Ziya Gökalp’ın Asker Duası’nı okuduğu için hapse atılan birisi çıkacak ve Türk siyaset tarihinin en güçlü hükümetlerinden birini kurarak halkın yarısından çoğunun oyunu alacak” dese her halde aklından şüphe edilirdi...

28 Şubat sürecinin başarılı olmasının tek sebebi yüzde 21’le iktidara gelebilmiş bir koalisyon hükümetine karşı yapılmış olmasıdır. AK Parti hükümetinin Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz, Eldiven, E-Darbe, Y-Darbe, Balyoz, Ergenekon ve daha bilmem hangi kalkışmalardan güçlenerek çıkmasının nedeni de seçmenin yarısından çoğunun oyunu alarak tek başına iktidar olmasıdır. Siz sanıyor musunuz ki AK Parti 2002 seçimlerinde yüzde 34,43 değil de yüzde 21 oy alsaydı iktidarda altı aydan fazla kalabilirdi?  

Evet, emekli bir cuntacının ifade ettiği gibi; 28 Şubat bin yıl sürecek. Ama onun işaret ettiği noktada değil. 28 Şubat bin yıl, hatta kıyamete kadar sürecek. Zira tek arzusu İslam’ı yaşamak olan yüz binlerin bu dünyada da ebedi dünyada da soracağı hesap bitmez!

Yoksa siz hala sorunun laiklik olduğu saflığında diretiyor musunuz? Ve yine siz bu kalkışmaların sona ereceğini mi zannediyorsunuz? 28 Şubatçılar asla durmayacaktır. Ama bu halka rağmen artık başarma şansları kalmamıştır...

Vesselam.

Yazarın Yazıları