A. Raif ÖZTÜRK
  • 01/01/1970 Son günceleme: 24/10/2011 00:11
  • 12.600

Rüzgâr ektik, FIRTINA biçiyoruz…

Evet, 1984'ten bu yana terörle mücadele veren Türkiye'mizde, şehit cenazesi çıkmayan ilimiz kalmadı. Milli Savunma Bakanlığı'nın hazırladığı verilere göre Türkiye, bugüne kadar asker, polis ve korucu dâhil, ülke genelinde 7 bin 964 şehit verdi. (Resmi rakam.)

“Bu terör de nereden çıktı” demeye hiç hakkımız yok. Özellikle, yarım asırdan fazla bir zaman içinde, yüce dinimize savaş açmış olan bir zihniyetin, timsah gözyaşları dökmeye, hiç mi hiç hakları yok. Onların, maneviyattan tamamen yoksun bir millî eğitim sistemiyle yetiştirdikleri nesil içinde, elbette anarşist de çıkar terörist de. Bu bir iddia değil, gerçeğin tâ kendisidir. Malûmdur ki; Rüzgâr eken, elbette FIRTINA

BİÇECEKTİR...

Lâzıyla, Kürdüyle, Çerkeziyle, Arabıyla, v.s.’iyle, 1000 yıl huzûr içinde yaşamış bu necip millet, niçin bu hale geldi veya getirildi acaba? Bunların artık bilinmesi lâzım…

Dersimdeki katliâm olayları bir nevi rüzgâr ekimiydi. Güneydoğunun ihmali, bir nevi rüzgâr ekimiydi. Laik millî(!) eğitim sistemimiz, bir nevi rüzgâr ekimiydi. Din, mukaddesat ve masum halk ile mücadele etmek bir nevi rüzgâr ekimiydi.

IRKÇILIK, bir nevi rüzgâr ekimiydi. Asrın en etkin reçetesi olan Risale-i Nur ekolüne savaş açmak, bir nevi rüzgâr ekimiydi. Ordumuz içinde“Heronları düşürelim” teklifine, “bir çaresine bakarız” diyenleri terfi ettirmek, yıllardan beri var olan bir rüzgâr ekme                                  girişiminin, çok net bir habercisiydi. Şehit Asteğmen Mehmet Bozkuş’un günlüğünden çıkan, “..Bu terörün bitmeyeceğine bir kez daha şahit oldum.Mühimmat yüklü on katırla teröristler önümüzden geçiyorlar, ‘yakalayalım’ diyoruz, ‘bırakın gitsinler’ diyorlar. Komutanlarımız izin vermiyor, kahroluyoruz” ifadeleri,TSK’deki E.T.Ö. ihaneti hakkında çok şey anlatmıyor mu?... Bunları tek tek ele alacağız…

Bediüzzaman Hz.’nin padişah (Sultan Reşad’a) “güneydoğuya fen ve din ilimlerinin birlikte okutulduğu bir üniversite açılması” için haykırışları, elbette boş yere değildi.

Padişah, Bediüzzaman Hz.’ni haklı bulduğundan, tahsisat ayrıldı ve üniversite hazırlıklarına başlandı. Ancak, cihan harpleri patlak verdiğinden bu güzel girişim akim kaldı. Cumhuriyet dönemimizde ise Kürt halkı sadece ihmal edilmekle bırakılmadı. Onları aşağılayıcı ve tahrik edici cümleler, güneydoğunun dağ yamaçlarına, kilometrelerce uzaklardan okunacak şekilde yazdırıldı. Ne mutlu TÜRKÜM diyene!!! V.s.

Bu yazılar, niçin o dağlarda var? Oysa yüce dinimiz, ırkların bir üstünlük vesilesi olmadığını çok net bir biçimde vurgulamıyor muydu?

Hucurat S.,13. âyet: “Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık; sonra da birbirinizi tanıyasınız diye sizi milletlere, ırklara ve kabilelere ayırdık. (birbirinize üstünlük sağlayasınız diye değil.)”

Evet, Güneydoğu bir asırdan fazla zaman, her konuda ihmal edildi.

Bu yetmiyormuş gibi, ülke çapında o yıllarda, bir de dinsizleştirme faaliyeti başlatıldı.

“Dinin devlet işlerine müdahale etmeme” ilkesi olan Lâikliği, tersinden anlayan bir zihniyet, bu necip milleti yüce dininden soğutabilmek ve koparabilmek, hatta dinsizleştirmek için, akla-hayale gelmeyen entrikalarla halkı ablukaya aldı.

Ezanını susturdu. Kur’ânını yasakladı. Camilerini ahır ve depo hattâ bazılarını da gazino yaptı. O yıllarda ALLAH lâfzı, şarkılarda bile yasaklandı. İmam hatiplerini dejenere etti. Bir de 163 madde ihdas ederek, iman ve Kur’ân hizmeti yapanlara yarım asırdan fazla kan kusturuldu. Milli eğitimimizde, TEK YARATICI inancını kaldırabilmek için, başka ülkelerde köhnemiş olan DARVİN felsefesini, gençliğin kafasına zorla sokmaya çalıştılar. İnsanların, maymundan türediği safsatasını vurgulayarak, kutsal kitaplarda bildirilen Hz. Âdem A.S. gerçeğini ört-bas etmeye çalıştılar. İnançsız bir nesil yetiştirebilmek için, devlet eliyle âdeta seferber oldular. İnançlı kimselere karşı da savaş açtılar. Yeşil sermaye yakıştırmasıyla, yüzlerce şirketleri batırdılar. İnancımızın bir gereği olan BAŞÖRTÜLÜ anneleri, asker oğullarının yemin merasimlerine bile almadılar. Hanımı başörtülü olan subayları ordudan attılar. Başarılı kızlarımızı, sadece başörtülü olmasını gerekçe göstererek, üniversitelere sokmadılar. Bakınız, asrımızın bedîsi ne buyuruyor:

“Bir Müslüman başkasına benzemez. Dîni terk edip İslâmiyet seciyesinden çıkan bir Müslim mutlak küfre düşer, ANARŞİST olur, daha idare edilmez.” “..Bir Müslüman, hakikî Yahudi ve Nasranî olmaz, belki (yani muhakkak) dinsiz olur, bütün bütün bozulur. Öyle de, bir Müslüman (bozulunca) komünist olamaz. Belki ANARŞİST olur, istibdad-ı mutlaktan (sıkıyönetimden) başka idare edilmez.” (Şualar-517.)

“Bir Müslüman İslâmiyet dairesinden çıksa, mürted ve ANARŞİST olur, toplum hayatına zehir hükmüne geçer. Dinin şiddetle men ettiği şey, FİTNE ve ANARŞİDİR. Çünkü, ANARŞİ hiçbir hak tanımaz...” ( Emirdağ Lahikası-2, 160.) Çok net değil mi?...

  • Sadece birkaçını arz ettiğim binlerce dejenerasyondan sonra, 5-10 Bin teröristin veya anarşistin çıkması, niçin garip karşılanıyor acaba?...

Bu kadar dejenerasyona karşı, bu millet acaba nasıl direndi de hâlâ %60-70’den fazla sağduyu hâkim, diye hiç düşündük mü? Merak edilmesi gereken bu konuyu da açalım:

  • Evet, merhameti sınırsız olan Yüce Rabbimiz, bu dejenerasyonun başlayacağı tarihlerde, özel vehbî ilim ve kabiliyetlerle donattığı Bediüzzaman Hz.’ni, bu necip millete ihsan etti. Onun açtığı Risale-i Nur ekolü sayesinde, yabancı bilim adamlarının ifadesiyle, “binlerce halk üniversiteleri”, “Nurterapi”ler kuruldu.

Japonya’daki ‘Beyin fırtınası grupları’ tarzında, 10-15 kişiden tutun da 1000 kişilik gruplar halinde, iman ve Kur’ân ilimleri tedris edildi. Bu halk Kur’ânını ve dinini gizli gizli öğrenmeye çalıştı. Her il, ilçe, köy ve mahallede, iman kurtarma sohbetleri her türlü şartta devam etti. Bu kadar tahribata rağmen, bu halk, işte bu sayede hâlâ bu sağduyuya sahiptir…

Gerçi o mâlum zihniyet tarafından, bu ekole karşı da savaş açıldı. 1650 defa tutuklamalar yapıldı, halk zindanlara atıldı, mahkemeler açıldı ve tamamı da beraatlarla neticelendi…

Evet dostlar, gerçekten de rüzgâr ekmişiz, değil mi? Fırtına biçmemiz hiç sürpriz değilmiş…Peki, bundan sonra ne yapmamız lazım?

  • Başımıza zorla ve inatla sarılan bu belâdan nasıl kurtulabiliriz?

Anarşi ve terörün kökünün her ne kadar dış güçler tarafından beslendiği doğru ise de, her ne kadar bu menfi faaliyetler yapılmış olsa da, ülke vücudumuzun immun (anti tümör) sistemi sağlıklı olduktan sonra, etkilenmemiz mümkün değildir. Allah c.c. elbette Nûrunu tamamlayacaktır. Zaten, işte bunun için dış şer güçler, öncelikle iman ve Kur’ânımızdan bizi koparmaya çalıştılar. İngiliz avam kamarasında Lord Gürzon’un “..bu Kur’ân Müslümanların elinde ve gönlünde olduğu müddetçe, biz onlara hâkim olamayız. Yâ Kur’ânı onların elinden alacağız veya onları Kur’ândan soğutacağız” sözünü hatırlayınız. İşte bizlerin, huzurlu bir ülke hâline gelmemiz için uygulamamız gereken en etkin metot ise, bu konuda onların yaptıklarının tam tersini uygulamaktır.

  • Yani Kur’ân ve hükümlerini, asrımızın Bedîsinin eserlerinden çok iyi bir şekilde okullarımızda öğrenip, kusursuzca yaşamaya çalışmaktır. Diğer, HAK ve kardeş cemaatlerle de, azami istişare ve dayanışma içinde olmak da şarttır…

Diğer yandan devletimizin de, bu raddede bile ‘üstüne düşeni yapma gayreti içinde’ olması, el birliğiyle anarşinin kökünün kazınacağını gösteriyor. Vesselâm…

TAÇ mesabesinde bir şiir:

Din hayatın hayatı, hem rûhu hem esası. (İnsanlık hayatına hayat ve Ruh veren DİN’DİR.)

İhyâ-yı DİN ile olur, şu milletin ihyâsı. (Siz, Dîni canlandırırsanız, şu millet de hayat bulur.)

Yazarın Yazıları